13 Aralık 2009 Pazar

Jeopolitik, Avrasya ve Irak İşgali


ABD ordularının Irak’ta döktüğü kan, ülke halkına yaptığı zulüm ve işkence herkesi dehşete düşürdü. Amaç yada gösterilen bahane ne olursa olsun, bir ülkenin bir başka ülkeye saldırması ve ardından onca zaman geçmiş olmasına karşın, akan kanın durdurulamaması bir yana, artık yakın bir gelecekte böyle bir olasılığın düşüklüğü de durumu ayrıca ciddileştiriyor. Ülkenin orta ve güneyinde kargaşa sürerken, şimdi K. Irak’ta uzun vadeli hesaplar yapılıyor. Görece huzurlu olduğu düşünülen bu bölgede de yakın zamanlarda gözlenen karışıklıklar belirsizliğin iyice yoğunlaşmasına neden oluyor.
Irak’a saldırı için yaratılan bahaneler tek tek çürütüldü; şimdi yaşanan bu dramın kaçınılmaz olduğu adeta herkes tarafından kanıksanmış durumda. Yakın bir dönemde de Irak halkının reva görülen vahşete son verilmesi için uzatılacak bir yardım eli görünmüyor. Temel varlığı bu olan BM kuruluşu ise artık hiç umut vermiyor.
İş yalnız Irak'la da bitmiyor. Şimdi aynı oyunun İran halkı için de sahnelendiğine tanık oluyoruz. ABD karar alma mekanizmalarının, olası bir İran saldırısı için takındığı tavrın Irak’a müdahale öncesi süreci anımsattığı belirtiliyor. Yani, bir bakıma, saldırı süreci siyasi mekanizmaları aşmış ve ABD’nin küresel ve artık hızla geri çevrilmesi çok zor bambaşka bir sürece girmiş görünüyor. Uluslararası ilişkiler olarak tanımlanan bu ilişkilerin günümüzde daha açık bir şekilde ortaya konması, olup bitenlerin dünya çapında çeşitli coğrafik, bölgelerde yer alan irili ufaklı ülkeler açısından değerlendirilmesini zorunlu kılıyor.
Emperyal Müdahaleler
Özgürlük ve demokrasi adına yola çıktığını ileri sürerek kitle imha silahlarına sahip olduğu ve halkına zulum yaptığını ileri sürdüğü Saddam diktatörlüğüne son vermek için yola çıkan ABD, neden şimdi Irak’ta uyguladığı bizzat kendisi kitle katliamı yaparak ülkeyi işgal ettikten sonra şimdi her gün onlarca, hatta yüzlerce insanın ölümüne, çok daha fazlasını yaralanmasına, evinden barkından olmasına yol açan kanlı ve acımasız işgaller, saldırılar, işkenceler ve cinayetlere başvurmak zorunda kalıyor?
Gerçekten de, geriye dönüp bakıldığında, ABD’nin yakın dönemde Irak gibi stratejik konumda olan ve hemen hemen aynı coğrafyada kuşağında yer alan yer alan birçok ülkede akla hayale sığmayan şiddet yöntemlerine başvurarak müdahalelerde bulunduğu görülüyor. Biraz daha yakından bakıldığında, ABD'nin Irak benzeri bölge içinde gerçekleştirdiği müdahalelerin kısa bir zaman dilimine sıkıştırılmış ve belli bir plan çerçevesinde olması da ayrıca dikkati çekiyor. Bu durum, ABD’nin Irak’a müdahalesinde sözünü ettiği (i) eski Irak devlet başkanı S. Hüseyin’in uyguladığı dikta rejimi ile Irak halkına zulmetmesi, ya da (ii) Irak’ta yaşayan halklar kadar, bölge ülkeleri için tehlike oluşturan kitle imha silahlarına sahip olması gibi gerekçelere kuşku ile yaklaşılması gerektiğini gösteriyor. Hatta ABD’nin Irak müdahalesi için gösterdiği bahanelerin ardında gerçek amacının petrol kaynakları üzerinde kontrolünü sürdürmenin yattığı gerçeğinin bile sorgulanması gerektiği ortaya çıkıyor. Yani ABD, Irak ile birlikte tüm Ortadoğu, Avrasya ve Tayvan'a kadar uzanan tüm Asya'nın güneyini hedef alan hareketi gerçekte bütün bunların ötesinde hedefleri içeriyor.
Carter Doktrini
1970 yıllar, ABD’nin hegemonyası için kâbuslarla doludur. Uluslar arası konjonktürde art arda gelen başarısızlıklar, bir bakıma, domino kuramını hatırlatmaktadır. Vietnam savaşının yenilgisi, ekonomik durgunluk ve bütçenin olağanüstü açık vermesi ile doların güçlü para imajını yitirmesi ve dolar-altın ilişkisine son verme zorunluluğu ABD yöneticilerini kara kara düşündürmeye başlamıştır.
Bütün bu gelişmelere, bir de Vietnam Sendromu – halkın askeri müdahalelere desteğini çekmesi - eklenince, zaten ekonomik sıkıntılarla boğuşmak zorunda kalan ABD savaş makinesi iyice atıl hale gelir. Gerçekte bu en kötü senaryodur. Bütün 2. paylaşım savası sonrasında ABD ekonomisi, soğuk savaş ve bununla bağlantılı gerginlik politikasından beslenmiştir. Bu sayede silah sanayicileri olağanüstü karlar elde etmiş; bu durum bütün bir ekonominin sürükleyici gücünü oluşturmuştur.
Ama artık bundan sonra ABD egemenliği için felaketler arka arkaya sıralanmaya başlar. Arka bahçesi Orta Amerika ve Karayip’lerde kontrolü elinde bulundurmak için bile büyük çaba göstermek zorunda kalmaktadır artık. En büyük darbelerden birini ise, 1979 yılında Şahı devirip iktidara gelen Mollalardan alır. Körfez’de ABD üstünlüğüne ciddi bir darbe almıştır. Körfeze hakim bölgede Sovyetlerin Afganistan işgali, ABD için bir başka ciddi tehlike yaratmaktadır.
Bütün bir on yıl içinde olup biten bu gelişmeler, ABD Emperyal güçleri için yeterli ölçüde öğretici olur. Vietnam’da kendisi için onca yıpratıcı olmasına karşın, komünizme karşı sürekli kararlı ve yılmaz bir biçimde mücadele edeceğini kanıtlaması için büyük çaba göstermiştir. Daha henüz tam olarak güçten geçmiş değildir ve şimdi bütün bu art arta gelen felaketlere karşın bir kez daha aynı yolda ilerlemesi gerekmektedir. Bu kapitalizmin ayakta kalabilmesi için kaçınılmaz olarak değerlendirmektedir.
Bütün bu gelişmelere karşı verilecek yanıtı formüle eden Başkan Carter yönetimi olur. Carter Doktrini olarak bilinen görüşlerini açıkladığı konuşmasında “Körfez bölgesine yapılan müdahalelerin ABD’nin çıkarlarına saldırı anlamına gelecek ve askeri müdahale dahil, aynı biçimde karşılık görecektir" sözleri ile günümüze dek uzanan strateji çizilmiş olur. Monroe Doktrini’nin bir başka biçimi olan Carter Doktrini, İran Körfezi’nin doğrudan ABD askeri egemenliği altına alınmasını öngörmektedir.[1]
Carter Doktrini gerçekte, bir stratejiden öte, tüm bölge ve dünya çapında ABD’nin jeopolitik planını oluşturmaktaydı. Jeopolitik üstünlük, günümüz koşullarında jeopolitik mineraller üzerinde egemenliği gerektiriyordu. Bu sömürgecilik sonrası dönemde emperyalist egemenliğin sürdürülmesi için kaçınılmazdı. Son zamanlarda ABD, bu konudaki stratejik üstünlüğünü yitirmeye başlamıştı. Bu durumun bir an üstesinden gelinmeliydi.
1983 yılında Reagan yönetimi bu strateji doğrultusunda ABD Merkezi Komuta – Centcom oluşturdu. Centcom, dünya çapında ABD savaş makinesini oluşturan beş “birleşik komuta kuvvetlerinden” biriydi. Centcom’a güney-orta Asya (İran Körfezi dahil) ve kuzeydoğu Afrika’da yer alan 25 ülkenin sorumluluğu verilmişti. Centcom kuvvetleri, kuruluşundan bu yana, dört büyük savaş operasyonu sorumluluğunu üstlendi: 1980-88 Iran ve Irak Savaşı, 1991 Körfez Savaşı, 2001 Afganistan Savaşı ve 2003 Irak savaşı.
ABD’de ve Petrol
ABD’nin petrole olan gereksinimi biliniyor. Bunu sayısal olmaktan çok, oransal olarak vermek daha açıklayıcı olacak. Tüm dünyada tüketilen petrolün kabaca dörtte birini tek başına ABD tüketiyor. Dünya nüfusu ile kıyaslandığında, ABD’lerin tek başına tüm dünya vatandaşlarının yirmi katı petrol tüketmesi demek. Bu çarpıcı durum, aynı ölçüde onların herkesten daha fazla petrole bağlı yaşam sürdürdüklerini anlatıyor. Kuşkusuz, bu vatandaşlar içinde Avrupa’da ve başka yerde yaşayan, sıradan olmayanlar da var. Bunlar hariç tutulursa, sıradan vatandaşlarla kıyaslama akıl almayacak kadar çarpıcı ve çarpık çıkacak. Bunu da, dünya halkları arasında ne denli uçurum olduğuna ilişkin bir not olarak belirtmekte yarar var.
ABD, gerek duyduğu petrolün yarısını yabancı ülkelerden alıyor, Ama bunun yarısını, kendine bitişik ve çok yakın Kanada, Meksika ve Venezuela'da olmak üzere üç ülkeden alıyor. Komşuları dışında, ABD’nin körfezden aldığı petrolün miktarı, ihtiyacının dörtte birinden biraz daha az.
Uzmanlar, ABD’nin körfez petrolüne gereksiniminin %12-19 arasıda değiştiğini belirtiyor. Ancak bu rakam tek başına petrol açısından ABD ve Irak savaşını tam yansıtmıyor. Bir kere, Libya ve Cezayir dahil, petrol ihtiyacının üçte ikisini bölgeden karşılayan Avrupa ülkeleri ile kıyaslandığında, ABD’nin petrolde körfeze bağımlılığı devede kulak. İkincisi, ABD’nin körfezde, başta S. Arabistan olmak üzere irili ufaklı kendisine çok bağlı ve güvenebileceği ülkeler var. Bu petrol zengini irili ufaklı devletlerle diplomatik ilişkilerle petrol gereksinimini güvenceye alabilir ve bunu çok daha ucuza ve zahmetsizce gerçekleştirebilir. Son olarak, ABD'nin elinde, kısa vadede çıkabilecek bir krize karşı, körfez petrolünün yerine koyabileceğin stratejik yedekleri ve ikame ürünleri var.
Bütün bunlar, ABD’nin Irak müdahalesinin gerekçesini başka yerde aramak gerektiğini gösteriyor. Bunu için, biraz gerilere, ABD’nin Vietnam Savaşı sonlarında, savaş ekonomisine rağmen ekonomisinin içine girdiği durgunluk sonrasında, saldırgan dış politikasının da etkisi ile saygınlığının en alt düzeye düştüğü dönemlere dönmek gerekiyor.
ABD’nin öteden beri hangi bahane ile olursa olsun, bir şekilde emperyalist yayılmacılığı her fırsatta uyguladığı biliniyor. Irak'a saldırı da bu politikanın bir başka biçimi. Ama temelde emperyalist ve saldırgan politikaların açıktan açığa yapılması mümkün olmuyor. Böylesi politikaların hayata geçirilmesi hiç de kolay olmuyor. En başta daha önceki Vietnam ve şimdi Irak örneğinde olduğu gibi, savaşa evlatlarını gönderecek kamuoyu desteğine gerek var. En başta emperyalist saldırı temel politikasını da dengeli tutmak zorunda. İzlediği bu Emperyal politikasını, neoliberal küreselleşme politikası ile birlikte sürdürüyor. Yayılmacık politikasını küreselleşmenin kaçınılmazlığı bahanesi altında gizliyor. Ama bir farkla ki, bu ikili politika duruma göre yer değiştirebiliyor. Clinton ve Bush örneğinde olduğu gibi. Her iki dönemde de aynı ikili politika uygulanıyor olmasına karşın, öncelikler yer değiştirebiliyor. Clinton’da küreselleşme, Bush'ta yayılmacılık öncelik kazanıyor. Kuşkusuz, bu yer değiştirme ABD’nin izlediği temel emperyalist politikalarda hiç bir kopmaya yada duraksamaya yol açmıyor.
Obama ile yeni bir dönem açıldı mı? Hayır. Jeopolitik stratejiler öyle hokkabazın şapkasından çıkardığı tavşan gibi olur olmaz biçimde geliştirilemez. Onun bütün yaptığı, Bush’un yayılmacılık politikasını sürdürmek ve tamamlamak. Bush bunu yaparken söylediği yalanlarla dünyayı kandıracağını düşünmüştü. Obama ise insanların gözüne baka baka yalan söylüyor; daha riyakârca ve daha alçakça.
_______________________
[1] John Bellamy Foster, The New Geopolitics of Empire, Monthly Review, Volume 57, Number 8, Ocak 2006.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder