4 Haziran 2010 Cuma

İran – İsrail Dehşet Dengesinde Türkiye

Dehşet dengesi, iki hasım tarafın nükleer güç kullanma tehdidine dayalı oluşturulur. Soğuk savaş döneminde Sovyetler ve ABD arasında oluşturulan bu dehşet dengesinden sonra şimdi benzer bir ilişki Ortadoğu’da İsrail ve İran arasında yaşanıyor.

Henüz sözü edilen ülkeler arasında bir dehşet dengesi oluşmuş değil. Sadece böyle bir olasılıktan söz etmek mümkün. İran nükleer teknolojide son durumu konusunda ketum davranıyor. Bunda da haksız değil; batı komşusu gibi bu konuda başının derde girmesinden çekiniyor. Ayrıca nükleer teknoloji konusunda Batılı ülkelerde alabildiğine çifte standart uygulanıyor. Bir zamanlar Şah döneminde İran’a nükleer teknoloji satmaya çalışan Batılılar şimdi bunu kendi olanakları ile geliştirmesini istemiyor.

İsrail’in nükleer silah edinme programı ABD’nin yasa dışı girişimleri ile gündeme geldi. 1950’lerde başlatılan çalışma sonunda ilk bombayı da 1967’de ürettikleri sanılıyor. Şimdi İsrail’in elinde 200 civarında nükleer silahı var. Ayrıca, ABD’den sonra ikinci büyük F-16 filosu İsrail’de. İsrail bugüne kadar 362 tane F-16 siparişi vermiş durumda. Bu uçakların maliyetinin önemli bir kısmı ABD’den İsrail’e verilen yıllık 2,2 milyar dolar askeri yardımla karşılanıyor. İsrail’in elinde ayrıca maliyeti Almanya tarafından sağlanan balistik füze fırlatabilir 3 denizaltı var.

İsrail nükleer silaha sahip, ama onun önlenmesi anlaşmasına taraf olmayan tek ülke. İsrail buna ulusal güvenliğini gerekçe gösteriyor. Ama her nedense, nükleer silaha sahip olması nedeniyle, kendisine düşman gördüğü ülke veya ülkeleri de gizli yada açık nükleer silahlanmaya ittiğini ve bunun kendisi için çok ciddi bir tehdit oluşturduğunun farkında değil.

İsrail’in tehdit algıladığı İran, nükleer silahları önleme anlaşmanın altına imza atmış. Buna rağmen Batılılar İran’a yüklenirken İsrail’i hiç görmüyor. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (IAEA) Başkanı Muhammed El Baradey’in İsrail’i ziyaretinde İsrail’de nükleer silahlarla ilgili inceleme yapması bir yana, sahip olduğu nükleer cephanelik hakkında ağzını bile açmasına izin verilmiyor.

Oysa İsrail’in elindeki nükleer silahlar Pakistan’ı bile vurabilecek güçte. Böylesi nükleer gücüne karşın, İsrail hakkında şimdiye kadar hiçbir diplomatik girişim gözlenmedi.

ABD istihbarat birimlerince hazırlanan bir rapora göre İran, nükleer silah geliştirme konusunda artık daha az istekli. İran’ın 2003 yılının sonbaharına kadar nükleer silah faaliyetleri yürüttüğü, bundan sonra silah programını uluslararası baskılar sonucunda durdurduğu, buna karşılık uranyum zenginleştirme programına devam ettiğini belirtiliyor. ABD Savunma İşbirliği Ajansına (DAI) göre, İran’ın muhtemelen bu tarihe kadar elde ettiği 10–20 adet nükleer silahı var. Ajansın İsrail için verdiği rakam ise 70 ila 400 adet savaş başlığı.

Son olarak Baradey’in İran’ın faaliyetlerinin acil bir tehdit oluşturmadığı açıklaması İran’ın nükleer çalışmaları üzerine yaratılan fırtınaları durdurmuş görünüyor. Baradey’e göre, İran nükleer silah üretmek istese bile bunu yapmak için birkaç seneye ihtiyacı var. Kaldı ki bu durumu kanıtlayacak herhangi bir delil ortada yok. Baradey, İran'ın nükleer programının içeriğini anlamak konusunda ciddi anlamda ilerleme kaydedildiğini, ama kesin sonucun henüz alınamadığını ekliyor.

Ama ABD, Irak’ın sözde kitle imha silahları ile olduğu gibi, bu sefer de İran’ın nükleer tehdit kaynağı olduğunu yaygarasını inatla sürdürüyor. İsrail de, Baradey’in açıklamasına “İran saldıracak” diye tepki gösteriyor. Ama İsrail’in bu tepkisinde “nükleer tehdidin mevcut değil, olası” nitelemesi var. Kendisi nükleer ve konvansiyonel silah deposu haline getirilmiş. Ama İran için bu olasılığa bile tahammül edemiyor.

Yapılan son açıklamalar, dehşet dengesinin gerçekte tek taraflı, İsrail’deki nükleer silahların varlığından kaynaklı olduğunu gösteriyor. Gerçekte İsrail’de en az 200 nükleer başlık olduğundan söz edildiğine göre, İsrail’den kaynaklanan bu dehşetin füzelerinin menzili içinde kalan Türkiye dahil, tüm Ortadoğu ülkelerini kapsadığı görülüyor.

Bu arada ABD’liler nükleer dehşeti tek taraflı algılamayı sürdürüyor. Başkan Obama, uluslararası toplumun İran’ın elinde bir nükleer güçten endişe duyduğunu söylüyor. İran İsrail’i vurabilecek durumda. Ama bunu henüz nükleer silahlarla yapamasa bile, İsrail ve Ortadoğu’daki ABD güçlerini vurabilecek 1500 km menzilli Şahap–3 füzeleri ile yapabilir. Gerçekten de İran, ABD’ye meydan okumuş ve muazzam bir askeri güç geliştirdiklerini açıklamıştı. Tek taraflı nükleer dehşetin olduğu bir yerde menzili ne olursa olsun; konvansiyonel dehşet çok fazla göz korkutmaz. Ama yine de ABD İsrail’in kılına dokunulmasına gelemediğini anlaşılıyor.

İran’ın haklı kaygıları

Uranyum zenginleştirme ve nükleer güce sahip olma planları bundan rahatsızlık duyan saldırganların orantısız tepkisini çeken İran, gerçekte haklı olarak elinde nükleer silah olan İsrail ve bu ülkenin bölgede uyguladığı saldırgan politikalarından ve Filistin'e uyguladığı soykırımdan endişe duyuyor. İran yetkilileri, Siyonist İsrail’in elindeki nükleer silah depolarıyla, dünya güvenliği için büyük bir tehdit olduğunu söylüyor.

İran’a göre İsrail, ABD ve Batı destekli bir terör rejimi. Uluslararası kanunları ve ilkeleri dikkate almaksızın Ortadoğu gibi hassas bir bölgede nükleer silahlara sahip olmasının dünya güvenliği için büyük bir tehdit olduğunu söylüyor ki, bunda ne yazık ki tümüyle haklı.

İran yetkilileri, Batılı ülkelerin yakın müttefiklerine kitle imha silahları vermesinin yarattığı tehlike için örnek olarak Halepçe Katliamı’nı gösteriyor. Bilindiği gibi, Irak’ın devrik lideri ile ABD yetkilileri arasında bir zamanlar su sızmıyordu. Amerikalılar Saddam'a Napalm bombaları vermiş, bunun ardından da kuzey Irak'ta Kürt’lerin yaşadığı Halepçe kasabasında Napalm ile bombalama sonucu binlerce masum sivil öldürülmüştü.

İran’ın mağduriyeti giderilmeli

İngiliz The Guardian’ın yazdığına göre, ABD’nin bölge içinde uyguladığı çifte standart, İran’ı ister istemez nükleer silah üretmeye itiyor. Bu durumu düzeltmenin tek yolu var; İsrail’in nükleer silahlarını elinden almak.

Gerçekte, İran’ın misilleme olarak İsrail’in nükleer dehşetine denge getirmesi için haklı sebepleri var. Saldırı niyeti ile olmasa bile, menzili içindeki bir başka ülkede nükleer silahların varlığı bir ülke için her zaman tehdit. İran’ın bu tehdidi karşılaması için nükleer silah edinerek dengelemesi gerek. Böylelikle nükleer dehşet dengesi kurulmuş ve karşılıklı güvenlik sağlanmış oluyor.

Her ülke gibi, İran’ın da kendini savunma hakkı var ve üstelik geçmişi itibarı ile İran, böyle bir savunma ihtiyacı duyması için her türlü gerekçeye sahip durumda. İran tüm tarihi boyunca saldırıya uğradı. 1950’lerin başlarında milliyetçi lider Musaddak petrolü millileştirdi ama ABD ve İngiltere’nin müdahalesi ve darbesini önleyemedi. Bu tehdit bugün de süregelmekte. İran iki hassas bölge olan Ortadoğu ve Avrasya arasında geçiş koridoru ve her iki bölgenin tam ortasında bulunuyor. Petrol ve doğal gaz kaynakları var ve sadece bu yüzden bile saldırılara açık.

İran’ın resmi açıklamaları gerginliği yatıştırmayı başarmış ve uluslar arası camiayı ikna etmiş görünüyor. Ama tek yanlı girişim gerginliğini azaltmaya yetmiyor. İran tezlerinde haklı bile olsa bu yeterli değil. Çünkü İsrail’in elinde nükleer silahlar var ve güçlü olduğu için de her zaman haklı çıkacak İsrail olacak. İran’ın resmi tutumu ne kadar nükleer gücün çalışmalarını barışçı amaçlı olacağını söylese de, bu barışı eninde sonunda bitirecek olgu, İsrail'in elindeki nükleer güç. Bugün olmasa bile, yarın İran'ın İsrail nedeniyle duyduğu endişeler artabilir ve kendine çıkış yolunu nükleer silahlanmada bulabilir.

Batılıların İran’ı yaptıkları baskı hem adil değil, çünkü en büyük düşmanı İsrail'in elinde nükleer silah var; hem de haksız çünkü petrole sahip olması nükleer enerjiye sahip olamayacağı anlamına gelmiyor. Bir ülkenin enerji politikası böyle bir enerji çeşitlendirmesi gerektiriyorsa, buna kimse bir şey diyemez.

ABD’nin İran müdahale balonu

ABD bölgede gerilimi düşürme yerine tam tersine tırmandırmayı sürdürüyor ve ardı ardına İran’a müdahale balonları uçuruluyor. Oysa ABD’nin İran’a yönelik saldırı olasılığı şimdiye kadar olabilecek en düşük düzeyde. ABD ve İngiltere’nin işgal kuvvetleri bölgede ve belki de İsrail hiç bu kadar kendini güvenli hissetmiyor olmalı.

ABD'nin İran’a saldırı tehditlerinin asıl hedefi, İran ve Irak Şiileri arasında olası bir işbirliğinin önünü kesmek. ABD, hiç hesapta olmayacak biçimde Sünnileri tüketip Kürtleri de kendi içine hapsederek bütün bir Irak’ın Şiilerin etkisi altına soktu. Şiilerin bu denli dişli çıkacağı ve ABD ve İngiliz’lere karşı direneceği düşünülmemişti.

Şiilere bu güveni veren Lübnan’daki dindaşları oldu. İsrail pek de savaş deneyimi olmayan Şii Hizbullah karşısında yenildi ve kuyruğunu kıstırarak geri çekildi. Bu durum bir domino etkisi yaratım mı bilinmez ama gelişmeler hiç de işgalciler için iyiye işaret değil. Şiiler İngilizleri Basra'dan sürüp çıkartılar ve buranın tam hâkimiyetini ele geçirdiler. Şimdi gözleri Irak’ın tümüne dikilmiş durumda. Bölgede radikal Şii baharı yaşanıyor.

İsrail'in Ürdün’e Hizbullah'ı tümüyle yok etme niyeti ile saldırmasına rağmen yenilgisi bölge için kırılma noktası oldu. Bu yenilgi ABD’yi dehşete düşürürken, tersine İsrail'in tam bir onur mücadelesi veren Hizbullah’ı yerinden kıpırdamaması, Şii ve Araplar kadar tüm dünya çapında yankı uyandırdı. ABD bu yenilginin telaşıyla İran saldırısı senaryosunu ortaya attı. Ama İran’a saldıracağı falan yok.

ABD’nin İran’a düzenleyeceği olası bir hava bombardımanı bir işe yaramaz. İran'ın sahip olduğu nükleer tesisleri çok geniş bir coğrafyaya yaydığı biliniyor. İran’ın nükleer çalışmalarını sekteye uğratması için çok çaba göstermesi gerek.

Dahası, bir saldırı karşısında İran’ın ciddi misillemeye yapacak kozları var: Hürmüz’ü boğazını kapatabilir ve tüm körfezden petrol sevkıyatını önleyebilir. Sünni olduğu için uzak durduğu El Kaide ile işbirliği yapabilir. Bölgede zaten baştan sona bozulmuş dengeleri daha da bozarak ABD’yi zor duruma düşürebilecek çok çeşitli olanakları değerlendirebilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder