25 Mayıs 2011 Çarşamba

İş Yasaları ile Yoğunlaşan Sömürü

İşçi sınıfının siyasi ve ekonomik mücadele tarihinde dün yaşanan sorunlar bugün de misli ile katlanarak sürüyor. Bir zamanlar sarı sendikacılık vardı. Şimdi bunun yerini yandaş sendikacılık aldı. Dün örgütlenme konusunda yaşanan başlıca sorun, işçi sınıfını ekonomik sendikal mücadele için bilinçlendirilmesiydi. Bugün çok çeşitli nedenlerle sendikalaşma eski dönemlere kıyasla çok daha düşük düzeyde. Sorunlara biraz daha yakından bakıldığında, düne kıyasla bugün özgürlükten demokrasiden daha fazla söz ediliyor. Ama ne özgürlük ve ne de demokrasi söylemleri işçi sınıfı için bir yarar sağlayabiliyor. Bugün işçiler 1 Mayıs katılımı için adeta savaşmak zorunda değiller. Ama sanki bunun karşılığını patronlara her zamankinden daha fazla kul edilmekle ödüyor gibiler.

Sınıf mücadelesi açısından dün dendiğinde akla en fazla elli yıl öncesi geliyor. Oysa örgütlü sınıf mücadelesi tarihi en az bir asır öncesinden başlıyor. Türkiye işçi sınıfı tarihi ise bundan çok daha öncesine 19. yüzyıl başlarına kadar gidiyor.

Bir önceki yüzyılın ortaları ile kıyaslandığında, Türk sermayesinin dünyadaki gelişmelere paralel olarak bir hamle içinde olduğu gözleniyor. Dünyadaki gelişmelere paralel olarak çalışma hayatında radikal değişiklikler gerçekleştiriliyor. Dünya çapındaki kapitalist küresel kriz nedeniyle sermaye her alanda işçi sınıfına saldırıya geçiyor.

Ama içinde bulunduğumuz dönem çok farklı bir gelişmelere tanıklık ediyor. Küreselleşme sürecinde kapitalizm egemenliğini ilan etti, etmesine ama etmesi ile birlikte adeta boyunun ölçüsünü almaktan da gecikmedi. Sermaye birikimi tarih boyunca olmadık düzeye vardı. Bunun daha da ilerletilmesinin mümkün değil. Bu nedenle kapitalist sistem ciddi bir tıkanma ile karşı karşıya. Başta Afrika olmak üzere gelişmekte olan ülkeler sonuna kadar sömürüldü. Artık burada deniz bitti. Bu talan sonrasında sistem tıkanmış görünüyor. Buna Asya ülkelerinde yaşanan hızlı gelişme düzeyi de tuz biber ekti.

Şimdi sıra ABD ve Avrupa ülke ekonomilerinin teker iflas etmesine geldi. ABD finans piyasalarının üst üste iflas ettiğinden söz ediliyor. Hatta kapitalizmin bugün içinde bulunduğu durumun 1970’li yıllarla birlikte başladığı, o günden bu yana kapitalizmin dikiş tutmadığı söylemiyor,

Bu ülkelerde ekonomi borç batağına saplandı. Üretim hızı yavaşlamakta, işsizlik hızla artmakta ve tüm ülke hakları karanlık bir geleceğe doğru sürüklenmekte. Bu koşullar altında sermaye tek çare olarak kurtuluşu işçi sınıfına karşı akla hayale gelmedik yöntemler saldırmaya geçmekte buluyor artık.

Bu koşullar altında, kazanılmış hakları elinden alınarak durumu hızla kötüleşen ve giderek daha fazla sendikasızlaştırma, taşeron uygulaması esnek çalışma gibi çok çeşitli entrikalar ile karşı karşıya kalan işçiler günlük yaşamlarında çok ciddi sorunlarla karşı karşıyalar. Yakın zamanda bir bütün olarak işçi sınıfının durumunda hiçbir ilerleme sağlanamadığı gözleniyor. Emeklerinden başka hiçbir geçim aracı olmayan işçilerin yaşamlarını sürdürebilecek istihdam olanakları temin edilemiyor. Bir iş sahibi olan işçilerin iş güvenlikleri tümden yok edildi. Topum işsiz yığınlara geçimlerini sağlayabilecek bir güvence veremiyor. İşçiler çalışma hayatını düzenleyen yasa hükümlerinden yararlandırılmıyor. Bu bir yana, mevcut yasalar kökten değiştiriliyor, içine işçileri köleleştirecek yeni hükümler yerleştiriliyor.

Küreselleşme ve sermayenin saldırısı

Sanayi devrimi ile birlikte kapitalizmin ilk ortaya çıktığı ve geliştiği 19. yüzyıl başlarında İngiltere’de çalışma hayatını düzenleme ve yasa uygulaması söz konusu değildi. Liberal anlayışın, iş hayatında işçilere getirdiği tam bir sefalet olmuştu. Fabrikalarda çoluk çocuk ağır çalışma koşulları, düşük ücretler, kadın ve çocuk emeğinin kullanılması yaygındı. En ağır koşullar altında, bazen günde on altı saate kadar varan sürelerle çalıştırılan kadın, erkek ve altı yaşlarına kadar olabilen çocuk emekçiler, gözü dönmüş patronların kar hırsı nedeniyle yitip tükenme tehlikesi ile karşı karşıya idiler. Tüm Avrupa’yı kapsayan 1848 devrimleri sırasında işçiler, 10 saat yasası kabul ettirdiyseler de, burjuvazi bunu izleyen gericilik dönemlerinde bu sınırlamaları göz ardı etti. Bundan sonra bütün bir yüzyıl sonuna kadar işçi sınıfı iş saatlerinin kısaltılması için mücadelesi etmek zorunda kaldı.

Çalışma hayatını düzenleyen iş yasaları, işçileri ağır çalışma koşulları altında ve düşük ücretlerle uzun çalışma saatlerini dayatan sermayeye karşı koruma amacını taşımalıdır. Bu anlayışla yasalar, hükümleri işçiler ve patronlar arasında, akdedilen iş sözleşmesi çerçevesinde uyulması gereken hükümleri belirtir. İşçiler için çalışma kuralları belirtilirken, patronlar için çalıştırdıkları işçilere verecekleri ücret, çalışma saatleri ve çalışma koşulları yükümlülükleri getirilir. Ama bu durum kâğıt üzerinde böyledir. Açık olarak belirtilmiyor olsa da çıkartılan iş yasaları işçileri korumak değil, ama patronların önünü açmak içindir.

Öteden beri bu amaç çoğu zaman gizlenir. Yasaların düzenleme amacının işçileri gözü kar hırsı bürümüş patronlara karşı korumak olduğu söylenir. Ama şimdi bunun da geride kaldığı anlaşılıyor. 1475 İş Kanunu üzerinde yapılan değişikliklerde esas amacın, uluslararası rekabet koşulları altında işçilerin yerine getirmek olduğu zorunlulukları belirlemek olduğu ifade edilmektedir.

Eski biçimiyle 1475 ve yeni biçimiyle 4857 sayılı yasada amacı bu olduğu durum açıkça belirtiliyor. İşverenlerin sözcüsü tarafından yapılan açıklamada yeni koşullar altında yasanın işçiyi koruma yerine patronu koruma anlayışına göre yeniden düzenlendiği söyleniyor. Patronların sözcüleri tarafından yapılan açıklamaya göre, kapitalist gelişme sürecinin ilk aşamalarında bu tür iş yasaları esas olarak patron karşısında zayıf durumda olan işçileri korumak amacını taşırken, günümüzde durum değişmiştir. Artık küresel rekabet çağında amaç ülke ve firma rekabet gücünü artırmaktır. Bunun için iş yasaları, böylesi yeni koşullarda patronlara kolaylık sağlayacak biçimde düzeltilmelidir.

İş yasasının değiştirilmesinde bir başka gerekçe, AB üyelik sürecinde Avrupa hukuk mevzuatında yer alan normların Türk iş hukukuna kazandırılması ve böylelikle Türk yasalarının Avrupa ülkelerine uyumlu hale getirilmesidir. Ancak yapılan değişikliklere bakıldığında, bu uyumlaştırmanın sadece patronların gereksinimi açısından gerekli görüldüğü, oysa aynı uyum gereksiniminin işçilerin hak ve menfaatleri açısından da yapılması gerektiği unutulmakta ve göz ardı edilmektedir.

Yeni iş yasasında kabul edilemez hükümler

İş Yasası yeni biçimiyle, işçinin değil, ama sermayenin gerek duyduğu düzenlemeleri içerir hale getirilmiştir. Yeni 4857 sayılı yasa, 18 yaşını bitirmiş çırakları kapsam dışına çıkartıyor. Yasanın 2. maddesinde “alt-işveren” kavramına yer verilişi, düşük ücretli işçi çalıştırma, sermayeye iş güvencesinden yoksun bırakma, kazanılmış hakların gaspı ve kamu özelleştirmesi için kapı açıyor. Yasanın 7. maddesi “geçici iş ilişkisi” uygulamasını getiriyor. Böylelikle işçiler arasında daimi ve geçici işçi ayrımı yapılarak farklı statüler ve çıkarlara sahip ve birbiri ile uyuşmazlık içinde olan kesimler yaratılıyor. 13. maddede “kısmi süreli çalışma, 14. maddede “çağrı üzerine çalışma" getiriliyor. Her iki madde de, sermayenin isteği doğrultusunda, esnek çalışma uygulaması doğrultusunda getiriliyor. 13. maddenin son fıkrası “tam ve kısmi süreli çalışma arasında geçiş sağlanır” diyerek uygulamada patronlar tarafından istismar konusu yapılacak uygulamaya imkân sağlanıyor. Bu hüküm yüzünden işçi, patronların işten çıkartma tehdidi karşısında boyun eğecek ve kısmi süreli statüde çalışmaya mecbur edilecektir.

İş yasası içinde yapılan değişiklikler sadece apaçık işçi aleyhine ve sermaye yanlısı hükümler içermekle kalmıyor. Ama aynı zamanda işçi yanlısı gibi görünen, ama uygulamada tümüyle sermaye yanlısı sonuç verecek çok çeşitli yeni hükümler içeriyor. “Feshin geçerli nedene dayandırılması” ile ilgili 18. madde, 30 kişiden az işi çalıştıran işverenleri bu yükümlülükten kurtarırken, bunun üzerinde sayıda işçi çalıştıran büyük patron muğlâk bir ifadeye dayandırılan bir gerekçe göstermek dışında hiç bir yükümlülük altına sokulmamaktadır. Böyle muğlâk bir ifadenin, işçi için hiçbir iş güvencesi sağlayamayacağı açıktır. Bu madde ile patron için gözü tutmadığı işçiyi kapı önüne koymak için eski yasada var olan tek engel de kalkmış oluyor.

Yeni yasanın 22. maddesi, işçinin iş sözleşmesinde çalışma koşulları ile ilgili her türlü değişikliği işçiye yazılı olarak bildirme koşuluyla yapabiliyor. Yani sadece yazılı bildirim koşuluna uyan bir patron için işçi ile yaptığı bir iş sözleşmesinin hiçbir hükmü kalmıyor. Benzer durum, yeni yasanın 29. maddesi ile düzenlenen “toplu işten çıkartma” için de geçerlidir. Patron için toplu işten çıkartma sadece bir ay öncesinden ilgili taraflara yapacağı bildirime tabi. Böylece işveren, daha önce kendisi için ayak bağı olan bütün yükümlülüklerinden kurtarılıyor. Ama bu maddenin patronlara sağladığı yarar bununla sınırlı kalmıyor. Daha doğrusu maddenin yeni biçimi toplu çıkarmaları düzenleme ile sınırlı değil, Uygulamada patron, artık açıkça yüksek ücretli işçileri toptan çıkartıp bunun yerine düşük ücretli işçileri almayı düzenlemektedir.

Yeni iş yasası 41. maddesi, fazla çalışma üzerinden değil haftalık denkleştirme üzerinden değerlendiriyor. Yani günde sekiz saati aşan çalışma için denkleştirme sistemi çerçevesinde fazla mesai ücreti ödenmeyebiliyor. 63. maddeye göre ise denkleştirme sistemi çerçevesinde işçiler günde 11 saat kadar çalıştırılabilecektir. Bu durumda haftanın altı günü çalışılan bir işyerinde işçiler bir ayda üç hafta boyunca kesintisiz haftada 66 saat çalıştırılabilecektir.

Gizlenen yalanlar

Gerçekten de bu yasada verilen yeni biçimin kapitalizmin gelişme aşamasında olduğu gibi işçileri korumak değil, ama günümüz küreselleşme sürecinde ülke ekonomisinin gelişmesi ve büyümesine yönelik olması gerektiği söyleniyor Bir başka deyişle, iş yasası eskiden işçileri korurken, şimdi sermayeyi koruyacak biçimde düzenlenmiş.

Oysa AB mevzuatına uyum gerekçe gösterilerek getirilen uygulamaların büyük bir çoğunluğunun Avrupa ülkelerinde pek uygulanmadığı, yada uygulanmış olması halinde bile bir kural değil, ama istisnai nitelik taşıdığı biliniyor. Örneğin, esnek çalışmanın en acımasız düzenlemelerinden biri olan çağrı üzerine çalışma Avrupa ülkelerinde yaygın değildir. Bu uygulama, Almanya’da çoğunluğu kadın olan göçmen işçiler için, istisnai olarak ve bu tür emeğin içinde bulunduğu durum göz önüne alınarak getirilmiştir.

Çağrı üzerine çalışanların adından da anlaşılacağı gibi, sürekli bir işi yoktur; herhangi bir iş güvencesi bulunmamaktadır. Çalışma genellikle sigortasız yapılır. Bu en düşük ücretlerin söz konusu olduğu çalışma biçimidir. Bu tür bir çalışma biçimine izin verilmesi, işsizlerin bugün içinde bulunduğu durumu daha da zorlaştırmak ve onları iyice yoksullaştırmak anlamını taşımaktadır.

Ama ne çare ki, günümüzde kapitalizmin küreselleşmesi bu sonucu kaçınılmaz olarak getirmektedir. Başta Çin ve Hindistan gibi ülkeler olmak üzere, emek maliyeti çok düşük Asya ülkelerinin yer aldığı bir pazar içinde rekabet edebilmeleri için her ülkede olduğu gibi patronların Türkiye’de de emek maliyetini en düşük seviyeye çekmek istemektedir. Ancak hiç kuşku yok ki, ülke ekonomisinin rekabet edebilmesinin tüm yükünü emekçe kesimlere yüklemek ve onları sanayileşme döneminin başlarına sınırsız sömürüye tabi tutmaya yönelik önlemler getirmek için gerekçi olamaz.

Ama yeni iş yasasının değiştirilen maddeleri, genel olarak iş yasasının işçi yararına değil, ama patronlar yaranına baştan aşağıya değiştirilmesi ve işçileri tümüyle patronun kölesi yapmaya yöneliktir. Yeni yasa sayesinde patronlar işçileri istediği süre çalıştırabilecek, istediğinde de hiçbir gerekçe göstermeksizin kapıya koyabilecektir. Çalıştırdığı fazla süreler için hiçbir ödeme yapmayacak, bunun için denkleştirme adı altında normal koşullarda işçilere ödeme yapılması gereken belirli dönemlerdeki ödemeler ile karşılamış kabul edilecektir. Geçici işçiler tanımı ile işçileri sigortasız, iş güvencesiz ve hiçbir yükümlülük üstlenmeksizin çalıştırabileceği gibi, daimi kadrolu çalıştırdığı işçileri de, gerekçesiz olarak, ama sadece bildirimde bulunarak işlerine son verebilecek; böylelikle aynı işi yapacak daha düşük ücretli işçileri işe alabilecektir.

Yeni iş yasasının yürürlüğe girmesi ile işçiler tümüyle iş güvencesiz çalıştırılacak; değil örgütlenmek, ama patrona karşı en ufak bir itirazda bulunması durumunda kapı dışarı edilecektir. Böylelikle çalışanlar kişiliksiz, gelecek kaygısı yüzünden kendine güvenini kaybetmiş, gelecekten umudunu kesmiş yoksul kitleler haline dönüştürülecektir. Küresel rekabet üstünlük adına işçilerin emekleri çok düşük bedellerle sonunu kadar sömürülmüş olacaktır. Yeni yasa ile patronlar işçileri günde 11 saat çalıştırabilecektir. Bu durum, işçileri, bundan iki yüz yıl öncesine, 19. yüzyıl başlarındaki işçilerin koşullarına geri döndürmektedir.

__________

[1] Yüksel Akaya, İş Yasası mı, Panoptikon Hapisane Talimatnamesi mi?, Hukuki Net, http://www.hukuki.net.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder