17 Şubat 2010 Çarşamba

Genişletilmiş Yeniden Üretim ve Finans Sermayesinin Ayrışma Süreci

R. Lüksemburg, Sermayenin Birikimi adlı eserinde kapitalist yeniden üretim sürecini şu şekilde tanımlar:


"Bir bütün olarak tarih boyunca yaşanan bir süreci anlatan sermaye birikimi, ikili bir özelliğe sahiptir. Bunlardan biri meta ile ilgili olarak artı değerin üretim tesisi, maden işletmesi, tarımsal faaliyetler, vs. aracılığı ile elde edilmesi ile bağlantılıdır. Diğeri ise, uluslar arası düzeyde kapitalist sistem ile kapitalist sistemi dışındaki üretim biçimlerinin karşı karşıya gelişi ile ilgilidir. Bu ilişki, esas olarak sömürge siyaseti, uluslar arası borçlanma sistemi – çıkar sağlama dünyası – ve savaş olarak kendini gösterir. Cebir, talan, soygun, baskı, zulüm, yağma... bütün bunlar en arsız biçimde ve hayasızca sergilenir.”

R. Lüksemburg, içinde bulunduğumuz günleri bundan yaklaşık bir asır öncesinden bugün bizzat olayları yaşar gibi gözler önüne sermektedir. Uluslar arası sermayenin sömürüsünün en bayağı yöntemlerle adeta kendileri için ayakta kalabilmenin tek koşulu olması nedeniyle bariz örnek olarak Irak’ta yaşananlarda olduğu gibi, kaçınılmaz olarak kan, gözyaşı, savaş, soykırım dahil olmak üzere akla hayale gelebilen her türlü yöntemi kullanmaları gerektiği ve bunun kaçınılmaz olduğunu yaşanan olayların karşısında bile görmek herkesin harcı değil.

Genişletilmiş yeniden üretim

R. Lüksemburg’un finans sermayesinin günümüzde geldiği noktayı isabetle belirleyen bu değerlendirmeleri K. Marks’ın sermayenin yeniden üretimi gibi sermaye için geliştirdiği modelden hareket ederek yaptığını eklemek gerek. Bu nedenle kısaca R. Lüksemburg’un ele aldığı K. Marks’ın genişletilmiş yeniden üretim şemasını değerlendirmek gerekiyor.

Kapital’in ikinci cildinde K. Marks, kapitalist yeniden üretim sürecini şu basitleştirilmiş ve soyut eşitlik ile açıklar:

C + v + s = P

Burada,

P = üretim süreci sonunda elde edilen ürünlerin toplam değeri,
c = sabit sermaye, yani ürün değerine katılan üretim araçlarının değeri,
v = emek yaratan işgücünün değeri, ve
s = işçiler tarafından yaratılan ve sermaye sahiplerinin el koyduğu artı değer.

R. Lüksemburg, parti okulunda verdiği eğitim sırasında K. Marks'ın bu şeması üzerinde kapsamlı bir biçimde çalışma yapmış, ancak bu eşitliğin K. Marks'ın toplumun bir tarafta işçiler ve diğer tarafta ise sermayedarların yer aldığı basitleştirilmiş toplum yapısı için geçerli olamayacağını düşünmüştü. Çünkü R. Lüksemburg, K. Marks’tan biraz farklı olarak bu artı değerin realizasyonu sorunu üzerinde duruyor, yeniden üretim sürecinde artı değerin kesintisiz olması ve sermaye birikiminin belli bir toplum içinde ilânihaye sürmesinin mümkün olamayacağı sonucuna varıyordu.

R. Lüksemburg, buradan hareket ederek K. Marks’ın soyut şemasını somuta indirgeme çabası içinde; artı değerin üretildiği kapitalist toplum yanı sıra, bunun realize edilmesi gereken kapitalist toplum dışındaki toplumların kaçınılmaz olduğunu düşündü.

R. Lüksemburg’un bu yaklaşımı üzerinde çok duruldu. Başta Bukharin ve Lenin olmak üzere R. Lüksemburg’un özellikle K. Marks’ın şeması üzerindeki değerlendirmelerini ağır bir biçimde eleştirdiler. Ama bu durum, R. Lüksemburg’un bu eserinin K. Marks’ın çalışmalarından sonra ilk kez onun düzeyine çıkabilen bir çalışma olarak değerlendirilmesini engellemedi.

Kuşkusuz, kehanet niteliğindeki saptamalarını R. Lüksemburg, eserinde alt başlık olarak kullandığı Ein Beitrag zur Ökonomischen Erklärung des Imperialismus – Emperyalizmin Ekonomik Değerlendirmesi Üzerine Bir Katkı olduğuna bakılarak, hareket noktası tartışılır bile olsa, günümüzdeki gelişmelere neredeyse bire bir çakışan kuramsal temel sağlaması bakımından eşsizdir niteliktedir:

Sermaye giderek insanoğlunu yiyip bitirmeye başlar: artık o bir yamyama dönüşmüştür. Artık insanların atacağı her adım sermaye niteliğini taşımalı ve bir çıkar sağlamalıdır; yatırım yapmak için kendine zemin arayan sermaye ancak bu şekilde ayakta kalabilir: okullar, çocuk yuvaları, üniversiteler, sağlık sistemleri, enerji tesisleri, yollar, demiryolları, posta idaresi, haberleşme ve her türlü haberleşme araçları, vs. Anarşist kapitalist fanteziler bunların da ötesindedir. Güvenlik kuvvetleri ve yasama organları da sermayenin yatırım alanlarına katılır.

Finans kapitalin ayrışma süreci

Finans sermayesi üzerine ilk değerlendirmeleri yapan Hilferding’i yorumlayan Lenin, onun özet olarak banka sermayesinin sanayi sermayesine dönüşmesi, bir başka deyişle, banka ile sanayinin birleşmesi biçiminde ortaya çıkan finans sermaye tanımında bir anlamda bu gelişmeye yol açan sürecin eksik olduğunu söyler. Oysa Lenin’e göre bu onun ne olduğunun anlaşılması için kaçınılmaz bir durumdur. O da üretimin yoğunlaşması sürecidir ve bu durum giderek tekelci finans kapitali ortaya çıkartır.

Ancak yine de burada Hilferding ve Lenin’in finans kapital için getirdiği yaklaşımı bir arada kullanarak, finans sermayesinin sanayi sermayesi ile birleşmesi sürecinin asıl belirleyici durum olduğunun altını çizmek gerekiyor. Eğer bu süreci sermayenin birikimi genel başlığı altında başlı başına aşama olarak görmek mümkünse – ki bu kesintisiz sermaye birikimi sürecinde ancak belirli bir aşamada ortaya çıkmıştır – o zaman bu sürecin günümüze dek evrim içine olacağı sonucu çıkar ortaya.

Bir kez daha geriye dönerek, tartışmalı da olsa, R. Lüksemburg’un sermaye birikiminin kesintisiz bir süreç olduğu üzerinde durduğunu ve bunun giderek kapitalist ülke sınırları ötesinde etkilere yol açacağını söylediğini hatırlayalım. Demek ki, sermaye birikimi süreci, belirli bir aşamada banka sermayesinin sanayi sermayesi ile birleşmesi biçiminde bir evrim geçirmiştir.

Demek ki günümüzde, finans kapitalin ayrışma sürecinden söz etmek pek ala mümkün görünmektedir. Gerçekten de, bu sürecin, bir başka olgu ile ele alındığında da gözlenebilir olduğu anlaşılacaktır. Sermayenin uluslar arasılaşma süreci, emperyalizmin mal ihracına dayalı sömürge döneminden bu sefer mal ihracı yanı sıra, sermaye ihracına geçilmesi ile ortaya çıkmıştır. Burada sermaye ihracı, tümüyle sermayenin emperyalist ülke dışında bir başka ülkede yeniden üretim sürecine girişini anlatır. Yani sermaye, yabancı ülkeye sanayi sermayesi olarak sanayiye yatırım yapma amacıyla girmektedir.

Oysa bugün sermaye hareketleri, uluslar arası para piyasalarında gerçekleşiyor. Uluslar arası sermaye, artık yatırım amacıyla değil, ama artık neredeyse tek bir piyasa biçimine dönüştürülmüş ülke para piyasalarına yatırım amacıyla giriyor. Üstelik bu şekilde ülkeye nakdi yada çok çeşitli finansal enstrümanlar biçiminde giren finans sermayesi, sadece para sermaye – meta sermaye (P – M – P' ) dönüşümüne girmediği gibi, biçimsel olarak da ülke parasına dönüştürülmemekte, “olduğu gibi” kullanılmaktadır.

Bir başka deyişle, finans sermayesi, sanayi sermayesi ile bağını kopartarak özgürlüğüne kavuştuğu gibi, aynı zamanda dönüşüm sürecine girmekten kurtularak özgürlüğünü tam anlamıyla pekiştirmiş olmaktadır.

Bir kez daha katkı mı gerekiyor?

Kısacası, paranın para kazanması için K. Marks’ın metamorfoz olarak tanımladığı ilk halinden tamamen farklı nitelikte meta sermayeye dönüşmekle para sermaye, büyük bir serüvene girmektedir dediği yeniden dolaşım sürecine girip böyle bir riske atılmasına gerek kalmamış görünmektedir.

Gerçekten de, en azından Türkiye’ye gelen yabancı sermayenin büyük ölçüde İstanbul borsası dışına çıkmadığı, yabancıların yatırım portföylerini borsada yaptıkları işlemlerle sınırlı tuttuğu, aynı şekilde kar realizasyonunun da borsada yaptıkları alım satım işlemleri ile yürüttükleri biliniyor. Hatta öyle ki, yabancıların para transferleri ile ilgili her türlü ayrıntılar yakından izlenebiliyor. Kuruşu kuruşuna ne kadar para girdiği ve kar realizasyonuna yönelik belirli bunalım dönemlerinde ne kadar para çıkışı gerçekleştiği anında söylenebiliyor.

Bu durum, sanki eleştirilmiş de olsa, R. Lüksemburg’un yaptığı gibi, K. Marks’ın genişletilmiş yeniden üretim şeması üzerinde bir katkı yapılmasını mı gerektiriyor?

Hiç değil. Nasıl sermaye birikimi kesintisiz bir süreç olarak bir an durmaksızın devam ediyor ve esas olarak K. Marks’ın muazzam soyutlama yönteminde öngördüğü gibi, belli bir toplum içinde bu sermaye birikiminin artık sürdürülmesinin mümkün olmadığı ve zorunlu olarak kapitalizmin kaçınılmaz sonuna gelişi mukadder ise, aynı biçimde sermaye de bu karşı konulamaz tükenişine karşı köşeye sıkıştırılmış fare gibi kaçacak delik arayacak ve elinde bulundurduğu muazzam sermayeye nefes aldırmak, onu yaşatmak için her türlü yola başvuracaktır.

Bunun en tipik örneklerine günümüz dünyasında yaşanmaktadır: Çoğunlukla Şiilerin bulunduğu Basra bölgesine indirme yapan 40 bine yakın İngiliz işgal birlikleri, işgalden bu yana kaçınılmaz kaderine boyun eğdiler ve giderek azalan ve yaklaşık 8 bine düşen birliklerini kent merkezlerinden çekerek yakın bir zamanda ülkeyi terk edecekleri güne kadar kendilerini güvende hissedecekleri askeri üsse sığındılar. Bu sayının ilk elde 3 bine düşeceği ve giderek İngilizlerin tümüyle ülkeyi terk edeceği ifade ediliyor.

Oysa Basra körfezinden bir günde 1,8 milyon varil petrol ihraç ediliyor ve bunun yıllık getirisi 50 milyar$'ın üzerinde.

İngilizler, bu soygunu yapmak için ABD’nin kendisine sağladığı bu avantaya göz dikmişti, ama şimdi bunu El Kaide ile bağlantılı sokak çetelerine terk ederek geri çekildiler.

İngiliz çeteleri, bu soygunu gerçekleştirmek için geldikleri Irak’tan elleri boş dönüyor. Eğer başarılı olabilselerdi, dünyanın 2. büyük askeri bütçesine sahip yapan İngiltere, yaklaşık 70 milyar$ bu harcamasının büyük bir kısmını tek başına Basra petrol sevkıyatından sağlayabilirdi.

R. Lüksemburg’un Sermaye Birikimi adlı eserinde alt başlık olarak kullandığı katkı sözü yanlış anlaşıldı. Bilindiği gibi, K. Marks’a katkı yapabilmek neredeyse imkânsızdır ve böyle bir tanımlama, küçümseme yerine kullanılır. Oysa R. Lüksemburg sadece K. Marks’ın soyutlamasının sınırlarını açmak istedi ve bu soyutlama içinde yer alan kesintisiz sermaye birikiminin imkânsızlığını doğrulamak ve bunun olası sonuçlarını göstermek istedi.

R. Lüksemburg’un emperyalizm için yaptığı değerlendirmeler, bugün başta Irak ve Afganistan olmak üzere, ABD’nin dünya çapında sayıları 2000 civarında olan yaklaşan askeri üs ve tesisler aracılığı ile sağladığı süper güç sayesinde gerçekleştirdiği soygun, talan ve insanlık dışı soykırım ve cinayetleri çok açık bir biçimde gözler önüne seriyor. R. Lüksemburg’un K. Marks’ın soyutlamasını genişletmesi sayesinde bugün ve belki de yakın bir gelecekte olacaklar gözler önüne serilmiştir ve bunun ötesinde daha fazla açıklama yapmaya gerek yoktur.

Ayrışma süreci ile sağlanan etkinlik

Bir farkla ki, finans kapitalin ayrışma süreci ile ortaya çıkan ve bugün sıcak para olarak tanımlanan el yakan sermaye bu soygun ve talan düzenini en etkin bir biçimde yürütecek her türlü donanıma sahip bulunmaktadır. Bunun için K. Marks’ın sözünü ettiği riskli (P – M – P”) sürecine girmeye zahmet etmemektedir.

Bu gerçekte bir zorunluluktan kaynaklanır. Sermaye Birikimi’nin kesintisiz yürütülmesi zorunluluğu, her geçen gün büyüyen sermayenin yeniden üretim sürecine katılmasını gerekli kılmakta ve bu giderek sermayenin azalan kar oranlarına razı gelmesini gerektirmektedir.

Kuşkusuz, bunu ilânihaye sürdürmek mümkün değildir ve banker sermayesi, giderek karlı hale geldiği için girdiği sanayi sektörüne bu sefer azalan karlar nedeniyle ilk aşamada sanayi sermayesi olarak, ama daha sonra da finans sermayesi olarak uluslar arasılaşma sürecine katılmaktadır. Başlarda sanayi sermayesi ile ortaklaşa finans kapital olarak uluslar arasılaşma sürecine giren sermaye, şimdi sanayi sermayesi ile olan bağını bu sürecin getirdiği risklere girme zahmetinden kurtularak neredeyse tek piyasa haline dönüştürdüğü uluslararası para piyasalarında tek başına kendini yeniden üretme zorunluluğuna da da katlanmaksızın vurgununu yapmaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder