13 Nisan 2010 Salı

Burjuvazi ve Partilerin Sınıf Karakterleri

AKP için “sınıfsal karakter” tahlilleri yapılıyor onun öteden beri geleneksel değerlerine bağlı, ulusal burjuva niteliği ağır basan Anadolu burjuvazisinin temsilcisi olarak siyaset sahnesine çıktığı, ama daha sonra kendisini büyük sermayeye benimsetebildiği ileri sürülüyor. Ancak bu noktada görüşler farklılaşıyor ve kimileri AKP'nin bir dönüşüm geçirerek ve büyük burjuvaziyi de kucaklayabildiğini söylerken, tersine ilk yola çıktığı dönemde sahip olduğu geleneksel değerlere bağlılığını sürdürdüğünü, sınıfsal konumunu koruduğunu, ama buna rağmen büyük burjuvaziye kendini benimsetebildiğini söyleyenler var. Ama bütün bu tahlillerde ortak olan husus, AKP'nin kuruluş felsefesine ana hatları ile bağlı kaldığıdır. Bir bakıma AKP'nin bu geleneksel değerleri tutunarak yükseldiği, yada büyük burjuvaziyi bu değerleri benimsetmeyi başardığı ve sonuç olarak AKP'nin küçük yada büyük ölçekli farklı kesimden Anadolu burjuvazisinin büyük burjuvazi ile olan mücadelesinde onu başarıya götürdüğü ima edilmektedir.

AKP’nin sınıfsal karakteri üzerinde yapılan değerlendirmelerin neredeyse tümünün ortak özelliği, bu dönüşüm üzerine odaklanır. AKP dinci parti olarak yola çıkmıştır; ama zamanla siyaset dünyasının aşılmaz engellerini fark etmekte gecikmemiş, buna uygun gerekli dönüşüm sürecini yaşamıştır. Başta Anadolu burjuvazisini temsil etme ve MÜSİAD esaslı ve dinci sermaye sahiplerine seslenme aşamasından giderek çıkarları uluslararası sermaye ile örtüşen ve “TÜSİAD” çatısı altında toplanmış büyük sermayeye yaklaşma becerisini göstermiştir.

Bu dönüşüm kurgusunun altının çizilmesi, esas olarak sözü edilen iki farklı burjuva tipinin varlığını kanıtlamak içindir. Sözüm ona Anadolu burjuvazisi, kendine özgü ve büyük burjuvaziden farklı olabilecek sınıfsal karakterlere sahip olabilir ve bunu kendisini temsil eden AKP içinde somutlaştırabilir ve hatta bunu öylesine güçlü yapabilir ki, büyük burjuvazi bu harekete boyun eğme, benimseme, işbirliği yapma, vs. durumunda kalabilir!

Milli burjuvazi – komprador burjuvazisi

AKP’nin kuruluşunun ardından yükselişi ve kentsoylular dışında tüm sınıf ve tabaklar yanı sıra büyük burjuvazinin de desteğini alma becerisini göstermiş olmasını onun dönüşüm becerisine dayandıran görüş, esas olarak milli burjuvazi ve komprador burjuvazisi ayrımını gözeten bir anlayıştan kaynaklanır. Bu anlayışa göre, Türkiye'de Anadolu burjuvazisi, milli burjuvazidir. Öte yandan TÜSİAD çevresinde temsil edilen burjuvazi ise komprador burjuvazidir. Milli burjuvazi, aralarında bazı büyük sermaye sahipleri olmakla birlikte, esas itibarı ile küçük ve orta sermaye sahiplerinden oluşmaktadır ve bunların sayısı bir kaç bini bulmaktadır. Milli burjuvazi, geleneksel değerlere bağlı, tutucu, muhafazakâr ve dinci görüşleri benimsemektedir ki, bunlar geleneksel yerel Müslüman kültür ve değerlere bağlıdır. Öte yandan, Batıcı laik burjuvaziyi temsil eden TÜSİAD çevresinde kümelenen büyük sermaye ise sayıları az olmakla birlikte, Türkiye’de burjuvazinin egemen kesimini oluşturmaktadır.

Burjuvazi içinde milli ve komprador burjuvazi tiplemesi, ideolojik değer yargıları ve uluslararası sermaye ile olan ilişkilerindeki farklılıklar dışında aynı zamanda bu iki tip burjuvazinin birbirinden farklı sınıfsal karakterlere sahip özgün nitelikler taşıdığı savındadır. Öyle ki, geleneksel sermaye birikimi sürecinden farklı olarak milli burjuvazi Türkiye'ye özgü koşullar altında ortaya çıktığı söylenir. Sözüm ona bunu, tipik sınıfsal temsilcisi AKP’nin ortaya çıkışı ve gelişimi örneğinde izlemek mümkündür: AKP’nin yükselişi, "çevrenin” “merkeze” tepkisinin yeni bir görünümünden başka bir şey değildir.[i] Bundan kastedilen şudur: Her siyasi partinin belli bir sınıfsal karakteri vardır. Yani, örneğin, AKP bir A sınıfını temsil ediyorsa, örneğin, CHP bir B sınıfını, DYP bir başka sınıfı temsil ediyor demektir. Daha açık bir ifade ile AKP, milli burjuvazinin partisi olarak ortaya çıkmıştır. Yukarıda da belirtildiği gibi, daha sonra bir dönüşüm geçirmiş ve kendini büyük sermayeye de hizmet edeceğini kanıtlayacak biçimde yenilemiştir.

Şimdi AKP'nin durumu ile bağlantılı sorun şuna indirgenmektedir: AKP acaba tarihsel olarak bir sınıfın içinden organik olarak çıkmış büyümüş siyasi hareketlerin sahip olduğu sınıfsal öz önem taşımaz mı? Daha açık bir anlatımla, AKP’nin milli burjuvaziyi temsil ettiğine göre ve şimdi salt iktidar olmanın dayanılmaz çekiciliği nedeniyle büyük sermaye ile işbirliğine gitmiş olması onun esas sınıf karakteri olan geleneksel değerlere bağlılığını ne ölçüde etkileyecektir?

Milli burjuvazinin özgün niteliği
AKP hakkında yapılan bu değerlendirmelerin temelinde yatan anlayışın ne olduğunu daha iyi anlamak için AKP'ye biçilen milli burjuvazinin sınıfsal temsilcisi kaftanının ne anlama geldiğine daha yakından bakmak gerekiyor.

İlk kez yayınlandığında büyük bir ilgi gören ve o günden bu yana edindiği taraftarlarında yılmaz bir bağlılık yaratan M. Belli’nin demokratik devrim tezleri, milli burjuvazi ve komprador burjuvazi kavramlarını Türkiye'de sol literatüre sokacaktır:

Türkiye’de feodalite ve komprador burjuvazi dışında bütün sınıf ve tabakalar devrimcidir. O zaman devrim de, burjuva demokratik devrim niteliğinde, feodalite ve komprador burjuvaziye karşı olmalıdır.

Ama Türkiye gibi geri kalmış ülkelerde komprador burjuvazi dışında kalan milli burjuvazi devrime önderlik edecek güçte ve tutarlılıkta değildir. Gerçekte, devlet eli ile milli burjuvazi yaratma çabaları başarılı olamamışsa da, yine de milli burjuvazi ile komprador burjuvazi aynı kefeye konamaz.

(Milli burjuvazi de) emperyalizm tarafından ezilmektedir, ama varlığı kapitalizmin devamına bağlı olduğu için sosyalizme karşıdır. Bu nedenle çelişkili durumda olan milli burjuvazinin, Türkiye’de güçlü bir halk hareketi başlatıldıktan sonra, devrimci güçler safında yer alması beklenmelidir.[ii]

AKP’nin sınıfsal karakterinin milli burjuvazi – komprador burjuvazi bağlamında ele alınması gerektiği, zira gerek partinin ait olduğu hareketin tarihsel gelişimi açısından ve gerekse parti hareketinin temsil ettiği ve kendisine “çevre" olarak tanımlanan sınıf ve tabakalar açısından bu böyledir.

Dikkat edilirse, burada sınıfsal karakter üzerinde durulurken, sınıf kavramının farklı bir tanımı yapılır: Merkezde yer alanlar ve çevrede yer alanlar. Bu tanımlama sanki mantıklı gibi gelmektedir: çünkü merkez, metropolitan bölgeleri, yani büyük burjuvazinin yaşadığı yerleri anlatır. Çevre ise taşra veya yeni deyimi ile varoşlardır. Zaten esas olarak toplumda iki sınıf vardır: devrimci sınıflar ve devrimci olmayan sınıflar. Komprador burjuvazi ve feodalite devrimci olmayan sınıfları temsil eder. Bunun dışındakiler devrimci sınıflardır.

İslamcı hareket – sınıfsal hareket
Bütün bu değerlendirmeler, daha en başında sakat bir anlayışa temellendirilir: Bütün partiler mutlaka bir sınıfsal karakter sergilerler ve bütün partilerin temsil ettiği sınıfsal karakterler birbirinden farklıdır.

Yukarıda verilen önermenin ilk bölümünde partilerin doğası gereği sınıf çıkarlarını temsil etmeleri nedeniyle doğru gibi görünüyor olmasına karşın, yine de ihtiyatla yaklaşılması gerekir. Pek ala, partilerin belli sınıfların hizmetinde olabileceği gibi, bunun tersi de olabilir ve hizmet ettiğini söylediği kesimlere ihanet bile edebilir.

Daha da ileri giderek, AKP’nin esas olarak reel sektör olarak tanımlanan ve küçük ve orta çapta üretim faaliyetleri ile iştigal eden kesimin temsilciliği iddiasında olmasına rağmen, tam tersine, onlara uluslararası sermaye ile göbekten bağlılığı sayesinde sağladığı kapitalist şemsiye dışında hemen hemen hiç bir yarar sağlıyor değildir. Tersine, AKP aracılığı ile uluslararası finans sermayesi Türk sanayicilerini soyup soğana çevirmektedir ve gerçekte küçük ve orta sermaye bunun için feryat etmektedir.

Bu durum özellikle AKP'nin 2. döneminden itibaren daha yüksek sesle dile getirilir olmuştur. Büyük sermaye olarak tanımlanan kesim dışındakiler yanı sıra, reel sektör kapsamında değerlendirilen sanayiciler, AKP'nin artık giderek tümüyle IMF'nin güdümünde uluslararası sermayenin hizmetine girmekle eleştiri dozlarını artırmaya başladılar.

Ama gerçekte AKP'nin kuruluşu ile bağlantılı olarak ileri sürülenlerin neredense tümü "bir şehir efsanesi" niteliğindedir. Daha ilk kuruluş gününden itibaren AKP'nin misyonu uluslar arası finans sermayesine hizmet etmek olmuştur. Onun Anadolu burjuvazisini temsil niteliği, sadece parti kadrolarının taşralı olmaları ile sınırlıdır. Çünkü parti kadrolarının ehil, karizmatik, siyasi deneyimi olan insanlar arasından seçilmesine hiç gerek yoktur. Uluslararası sermaye, tüm birikimi ile ve piyasaya müdahale, yönlendirme, vs. amacının çok ötesinde, bizzat ona sahip olmak için gelmektedir. Eskiden olduğu gibi, piyasanın yönlendirilmesi için belli siyasi düzeyde karar mekanizmaları kullanılması artık gerekmemektedir.

Parti kadrolarının sınırlı kapasitede oluşu çok daha iyidir; yeter ki bir zamanlar uluslararası sermayenin hizmet kadrolarında denenmiş olsun! Böylelikle olup bitenlere itiraz edip engel çıkartmayacaklardır.

Sınıfsal karakter ham hayal
Önermenin ikinci bölümü ise neredeyse tümden sakat bir anlayışı sergiler. Söylenenlerin aksine bugün Türkiye’de marjinal olanlar hariç tutulursa, bütün partiler burjuvaziye hizmet için vardır ve bu onların varlık nedenidir. Çünkü günümüz Türkiye’sinin manzarası budur. Bütün partiler burjuvaziye hizmet etme davası için kurulmuş ve faaliyet göstermekte ve burjuvaziye yaranmaya çalışmaktadır. Bu partilerin sınıfsal karakterinden bu nedenle söz etmek mümkün değildir. Olsa olsa ortak sınıfsal temsili - yani burjuvaziyi - yönteminde farklılıklar söz konusu olabilir.

Bu açıdan bakıldığında, İslami hareketten söz etmek – sınıfsal anlamda – kesinlikle mümkün değildir. Gerçekte Anadolu burjuvazisinden de söz etmenin ve onun komprador olarak nitelenen burjuvazi ile olduğu kadar, uluslararası finans sermayesi ile çıkar çelişkisi içinde olduğunu ileri sürmenin hiçbir tutarlı yanı yoktur. Zira nerede dişe dokunur bir Anadolu sermayesi – Anadolu kaplanları bağlamında – varsa, biraz daha yakından bakıldığında onun hem de doğrudan uluslararası finans sermayesi ile bağlantısı olduğu görülecektir. Hatta bu ilişki bire bir nitelik taşır; yani şirketin kuruluş aşamasından itibaren tüm üretimlerini doğrudan yurt dışına gönderilmesine kadar bu böyledir.

Hele hele burjuvazinin batılı-laik olabileceğini sanmak safdilliktir. Burjuvazi feodal kölelik ile birlikte sömürüyü kaldırmış, ama onun yerine ondan daha hayasızca, daha utanmaz sömürüyü koymuştur.

Burjuvazi, feodaliteyi yıkarak köle niteliğindeki serfi özgürleştirmiş, ama onu eskisinden çok daha ağır koşullarda sermayenin kölesi haline getirmiştir.

Eğer, kapitalist sistemde sözüm ona burjuva demokrasisini benimsemiş ise, bu utanmaz ve hayasız sömürüsünü daha da genelleştirmek ve yarı-feodal nitelikte geleneksel bağları kopartarak herkesi sermayenin tam kölesi olması için getirmiştir. Bunun için yerine göre laik, yerine göre en bağnaz dinciden on kat daha bağnaz olmak için bir an bile tereddüt etmeyecektir.

Burjuva hegemonyası
Çok fazla ayrıntıya girmeye gerek yok. Ama burjuvazinin kapitalist sistemdeki hegemonyası ile burjuva demokrasisi olarak tanımlanan ve dostlar alışverişte görsün kabilinden göstermelik parlamenter sistemi birbirinden ayırmak gerekiyor. Burjuvazinin egemenliği için parlamenter sistemin varlığı ön koşul değildir. Kimi zaman bu çoğulcu nitelikten özünde tekil olan ikili sisteme, giderek militarist ve polis devletine ve son olarak bonapartist ve faşist rejimlere rahatlıkla dönüşebilmektedir.

Nitekim Avrupa’da bu sürecin açık bir biçimde yaşandığı gözlenir: Savaş sonrası yeniden kuruluş döneminde Avrupa’da komünist partilerin teslimiyetçi tavırları ile siyasette alternatif olmaktan çıkmalarından sonra artık iki ucu temsil eden muhafazakâr ve sosyal demokrat partilerin yanında, liberal partilerle temsil edilen çoğulculuk, yerini liberal anlayışın ve onların temsilcilerinin tasfiye edilmesinden sonra temelde iki parti ile sürdürülen ikili (gerçekte tekli) sisteme geçilmiştir. Gerçekte bu iki partini her ikisi de aynı sınıf çıkarını, yani burjuvaziyi temsil etmektedir. Yani parlamenter temsili sistem rafa kaldırılmıştır. Ama bu sözde temsil işe yaramadığından yıpranan bir partinin yerini diğeri almakta ve bu durum dönme dolap gibi devam etmektedir.

Ancak şimdi bu göstermelik temsil sisteminin de işe yaramadığı anlaşılmış ve bunun sonucunda yeni bir süreç başlatılmıştır. Şimdi ilk önce İngiltere'de belirgin biçimde gözlenen ve hızla Almanya ve Fransa tarafından benimsenmekte olan polis devletine dönüşüm sürecine geçilmiştir. Hiç kuşku yok ki, toplumsal muhalefetin yükselişi ile birlikte bonapartist veya faşist sistemlerin benimseneceği gün gibi ortadadır.

Nitekim sözde köklü demokrasi geleneklerine rağmen, Batı demokrasilerinde neo-faşist partilerin ortaya çıkışı ve hızla yükselişine tanık olunuyor. Neo-faşist partiler, başta demokrasinin beşiği Fransa ve Avusturya olmak üzere tüm Avrupa ülkelerinde hızla yükseliyorlar.

Polis devleti aşamasını hızla tamamlayan ABD'de artık militarist sistem uygulanıyor. Kimilerine göre bu faşizmin ta kendisidir. 1 milyon ABD'linin terörist olarak fişlendiği, 2 milyon insanın hapislerde 2 milyon insanın da gözetim altında bulunduğu ABD'de 20 milyon evsiz, bundan çok daha fazlasının yoksulluk ve zaruret içinde yaşadığı bu ülke için yapılan bu tanımlama hiç de yabana atılmamalıdır.

Parlamenter sistem nabza göre şerbet vermek için her türlü şekle girerken, burjuvazinin egemenliği bundan en ufak bir biçimde etkilenmez. Bu süreç içinde çoğulcu, ikili veya bonapartist sistemlerde partilerin sınıfsal karakteri değişmez.

Aydınlanmanın beşiği olan, yüzyıllardır demokratik geleneklere bağlı kalmış, hatta başından çok talihsiz Hitler ve Mussoloni faşizmi deneyimi geçirmiş Fransa, İngiltere ve Almanya dahil bütün Avrupa ülkelerindeki bu süreci nasıl değerlendirmeli? Acaba, bu partilerin de bir sınıf karakteri var mı? Yoksa bunun ne olduğu apaçık belli mi? Oylarını iki haneli düzeye yükselten Fransız faşist Le Pen’in partisinin sınıfsal karakterini çözümlemek ne işe yarar?

Neo-faşist partilerin burada sözü edilen nitelikte, yani farklı sınıf ve tabakaların olduğu varsayımı ile bir sınıfsal karakter tahlili yapmak, el falına bakmaktan öte anlam taşımaz. Bunlar artık burjuvazinin gerektiğinde kullanılmak üzere el altında hazır bulundurmak zorunluluğunu hissettiği partilerdir ve sınıfsal karakterinin ne olduğu gün gibi ortadadır.

Sınıfsal farklılıkların hiç mi önemi yok?

Acaba burjuvaziye karşı mücadelede farklı sınıf ve tabakalar arasında bir ayrım yapılması gerekmez mi? Bunu bir başka biçimde koymak gerekirse, örneğin, AKP, CHP, MHP ve DTP arasında hiç mi fark yok ve burjuvaziye karşı mücadelede aynı kefeye konması bir yanılgı olmaz mı?

Bu sorunun yanıtı, burada eleştirilen tez ve bu tezin eleştirilmesinde öngörülen yaklaşımın tutarlılığının test edilmesi bakımından da işe yarayacaktır. Ancak bunu yapmadan önce, yukarıda sözü edilen bütün partiler belli sınıf karakteri sergilerler anlayışının nereden kaynaklandığına bakmak gerekir. Bu konuda, M. Belli, yine konuya açıklık getirecek görüşleri dile getirir:

Küçük burjuvazi, toptancı, tefeci gibi insanlardır. Bunların üretim araçları ve toprakları vardır. İşgücü kiralarlar. Bunların sayıları çoktur. Çıkarları komprador burjuvazi ile bağdaşmaz. Devrimden yanadır. Hem demokratik devrimden yana, hem de sosyalist devrimden yana.

Asker, sivil ve bürokrat aydın küçük burjuva olarak adlandırılır. Askerin şanlı geçmişi vardır. Denilebilir ki, bu kesim, Türk küçük burjuvazisinin en bilinçli kolunu oluşturur.[iii]

Bu tanımlamaya göre partilerin sınıfsal karakterini daha net ortaya konabilir. Belli ki CHP asker sivil ve aydın kesimi temsil etmekle kesinlikle komprador büyük burjuvaziden ayrılıyor. MHP toptancıların, AKP de henüz devrimci güçlerle işbirliği yapmasa bile, hedefe konmayacak milli burjuvaziyi temsil ettiğine göre ve zaten DTP sol parti olduğuna göre, ortalık güllük gülistanlık demektir. Yeter ki, büyük sermayeyi temsil eden ve komprador nitelik taşıyan ve TÜSİAD çevresinde olanlar tasfiye edilmiş olsun.

Ama bütün bu yaklaşımda bir şeylerin eksik olduğu ortadadır.

Eksiklik şu ki, köprünün altından çok su akmıştır ve günümüzde sınıfsal çıkar farklılıkları giderek netleşmekte ve sadeleşmektedir. Süreç içinde artık Anadolu burjuvazisi ile büyük sermaye, finans sermayesi ile sanayi sermayesi arasında fark olmadığı gibi, geleceğini artık dünya kapitalizminin sürükleyici gücü olan uluslararası finans sermayesinde gören kesimlerin ayakta kalma çabası ile, onun kaçınılmaz yok oluşu sonrasında kapitalizmin enkazlarından yeni toplumu kuracak sınıf arasındaki çelişki bu netleşme ve sadeleşmeyi getirmektedir.

--------------------------------------------------------------------------------

[i] S. Savran, akp ve burjuvazinin iç savaşı. İktisat Dergisi, sayı 483-484, s. 29.
[ii] İ. Acar, Küçük Burjuva Radikalizmi, www.iscidavasi.com
[iii] İ. Acar, aynı yerde.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder