13 Ocak 2012 Cuma

Kapitalizmin Bunalımı, Silahlanma Yarışı ve Bölgesel Savaşlar

Eski ve yeni kıtalarda kapitalizmin bunalımının aşılması için çok çeşitli yollar deneniyor. Ama alınan önlemlerin tümü krizi daha da derinleştirmekten başka işe yaramıyor. ABD’de yıl başında bütçe açığının kapatılması için tasarrufa gidilecek. Ama bunun ekonomisinde yüzde ciddi bir gerilemeye yol açacağı söyleniyor. Yani idarenin istikrar arayışı özel sektör satışlarında ciddi bir gerilemeye ve ekonomik durgunluğu azdırmaktan başka işe yaramayacak. Bu yüzden daha şimdiden 50 bin Wall Street çalışanının işine son verdi. İşsizlik dalgası yayılarak devam edecek ve ülke çapında konut piyasasını vuracak.

Bütün bu çaresizlik içinde herkesin neredeyse ittifakla kabul ettiği tek çıkış yolu ise savaş ekonomisi. Veya epeydir başlatılmış küresel çapta yerel sıcak savaş ve gerginliklerin daha da körüklenmesi. Böylelikle ABD silah sanayicilerinin ve silah sanayisi ile bağlantılı bütün diğer sektörlerin ¬- ki bu neredeyse ekonominin bütünü demek oluyor – canlanmasına yol açabilir.

Kimi zaman bu olgu, düzeltici savaş biçiminde tanımlanıyor. 2007 yılından bu yana süregelen bunalım, kapitalizmin yapısı gereği ve onun ayrılmaz bir parçası. Her zaman olduğu gibi, krize neden olan bu üretim fazlasının bir biçimde “eritilmesi” gerekiyor. Normal piyasa koşullarında bu yapılamadığına göre, bunun tek çaresi savaş konjonktürü içinde eritmek. (E. Yeldan, Mart 2011)

Dünya çapındaki sıcak çatışmalar

50 bin dolaylarında insanın yaşamını yitirmesine yol açtığı söylenen ve halen devam eden Libya’dakine benzer çok sayıda sıcak savaş yürütülüyor şu an dünya çapında. Kayıp sayısının en az 1.000 kişi ve üzerinde olan bu tür çatışmalar arasında en başta 2,0 milyon insanın yaşamını yitirdiği Afganistan İç Savaşı ile 1,5 milyon kişinin öldüğü Irak Savaşı başı çekiyor. Bunu 400 bin ölümlü Somali İç Savaşı, 200 bin ölümlü Kolombiya Silahlı Kalkışması, 40 bin ölümlü Meksika Uyuşturucu Savaşı, 30 bin ölümlü Kuzeybatı Pakistan Savaşı ve 16 bin ölümlü Yemen’de Şii Ayaklanması izliyor. Son olarak buna 2 bin kişinin öldüğü Suriye Ayaklanması ve bir o kadar ölümlü Sudan Çatışmalarını da eklemek gerekiyor.

Sıcak çatışmaların yaşandığı bölgeler kadar, insan kayıpları olmasa bile, ekonomik ve siyasi olarak aynı ölçekte sonuçlar veren ve bir bakıma bölgesel soğuk savaş olarak nitelendirilebilecek sorunlu bölgelerin varlığından söz etmek gerekiyor. Bu bölgelerde kimi zamanlar önemli ölçekte insan kayıpları yaşanıyor yada yatışmış gibi görülen gerginlikler aniden parlıyor. Buna benzer uzun süreli ve durağan seyreden ve ani gerginliklerin yaşandığı gerilimli bölgelerin başında Kore Yarımadası geliyor. İki kardeş ülke, 4 milyon kişinin yaşamını yitirdiği sıcak çatışmayı hala daha gergin ve gerilimli tutuyorlar. Bunun dışında kimi zaman çok tanıdık, ama bölgesel nitelikleri itibarı ile pek de kamuoyunda gündeme gelmeyen gerilimli bölgeler yer alıyor.

En bildik gerilimli bölgelerin başında şimdiye dek 15 bine yakın kişinin öldüğü Filistin ve İsrail gerilimi geliyor. Bunu Türkiye’nin PKK ile yürüttüğü savaş izliyor. Internet sitesinde yer alan listede bu savaşın 50 ila 100 bir kişinin ölümüne yol açtığı belirtiliyor. http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_ongoing_conflicts

Bundan sonra yaşanan gerginliklerin tek tek değil, ama bölgesel olarak tanımlamakta yarar var. Yukarıda verilen dünya haritası böyle bir bilgiyi anlatıyor.

Ortaya çıkan tablo çok net: Kolombiya ve Meksika’da yaşananlar dışında Amerika kıtaları huzurlu bölgeyi temsil eder ve Avrupa çatışmasız ve gerilimsiz bir bölgede olmanın keyfini çıkartırken; görece yoksul iki eski kıta, yani Asya ve Afrika’da neredeyse gerilimin yaşanmadığı ülke yok gibi.

Bir kere, Türkiye dahil, bütün Ortadoğu ile Avrasya ülkelerinde tam bir kaos yaşanıyor. Arap baharı ile bu kaosun iyice tırmandığı biliniyor. Bu kaos olduğu gibi Afrika’nın kuzeyi ve ortasını da içine almış durumda. Bu ülkeleri saymakta yarar var: Fas, Moritanya, Uganda, Sudan, Kongo, Orta Afrika Cumhuriyeti, Senegal, Cezayir, Çad, Nijerya. Buradaki savaşlar aynı zamanda kuraklık ve açlık ile eş anlamlı oluyor.

Bir başka ilginç gerilim yaşanan bölge de Uzak Doğu Asya. Burada Filipinler, Endonezya, Laos, Kamboçya ve Tayland yer alıyor. Bu ülkeler arasında kimi bölgesel gerginlikler ve kimi sınır çatışmaları hiç eksik olmuyor.

Son olarak ciddi bir çatışma ve gerilim bölgesi olarak Ege ve Akdeniz'i çevreleyen ülkelerden söz etmek gerekiyor. İçinde bulunduğumuz günlerde Türk ve Rum uluslar arasındaki gerginliğin artması, yakın bir dönemde bir sıcak çatışmayı bile düşündürecek boyutlara ulaştı bile. Ege kıta sahanlığı ve hava hatları ile Kıbrıs sorunlarına şimdi de Akdeniz’de Rumların petrol sevdası yanı sıra, Türkiye’nin İsrail ile Mavi Marmara gemisi ile ilgili sürtüşmenin tırmanmaya başlaması eklendi. Türkiye’nin bölgede seyrüsefer güvenliğinden söz etmesi bunu elle tutulur hale getirdi bile. Dahası, olası bir tırmanma, bölgede yer alan petrol kaynakları üzerinde çıkar çatışması bu iki ülkenin dışına taşarak tümüyle bölgedeki ülkeleri içine alması beklenebilir.

Savaş ekonomisi

Savaş ekonomisi ile, bir ülkenin silah sanayisi ile ekonomik durgunluğunu aşması anlatılır. Savaş ekonomisi, özellikle askeri silah ve mühimmat alanında dünya pazarlarına girebilecek ve rakipleri ile rekabet edebilecek teknolojilere sahip ülkeler mümkün olur. Böylelikle ülke borç altına girmeksizin dış kaynak temin eder ve içine düştüğü ekonomik bunalımının aşılması olanağı sağlanır.

Ne var ki, sadece silah üretmekle savaş ekonomisinin yararlarından faydalanmak mümkün olmaz. Aynı zamanda üretilecek silahların da satılabilmesi gerekir. Bunun için de o ülkenin uluslararası düzeyde ülkeler arasında gerginlik ve sürtüşmeleri başlatabilecek beceri ve kapasiteye sahip olması gerekir. Bu ülkeler de, ABD, zengin AB ülkeleri, Çin ve Rusya’dır. Bunun en tipik örneğini Türkiye ile İsrail arasında son günlerde yaşanan bunalımda açıkça gözlenmektedir: ABD, iki ülkeyi ilgilendiren bir konuda BM içinde etkisi ile İsrail yanlısı karar çıkartabilmiş ve bölgede sadece iki ülkeyi değil, tüm bölge ülkelerini bir anda gerginliğin içine atmıştır.

Savaşlar ve savaş olasılığı dolaysıyla ülkelerin silahlanma gereğini duymasının emperyalist ülkeler için can simidi niteliğinde katkı yaptığı ortadadır. Özellikle bu durum, şimdi olduğu gibi, kapitalist ekonominin aşırı tüketimlerinin eritilmesinde paha biçilmez öneme sahiptir.

Emperyalist ülke ekonomilerine olası katkılar, sadece savaşan taraflara satılacak silah ve mühimmat ile sınırlı kalmaz. Bilindi gibi, savaş sanayisi sürekli yenilik ve teknolojik gelişme içindedir ve bu ölçekte yatırım ve üretim ancak zengin emperyalist ülkelerin harcıdır. Yani tüm dünya ülkeleri, savaş olasılığına karşı kendini savunmak ve gerektiğinde saldırmak için sadece ABD, AB ülkeleri ve teknolojilerini paylaştıkları İsrail’in elinde olan modern savaş makinelerini almak durumundadır.

Savaşlar ve gerginlikler, sadece silah sanayicilerine pazar yaratmakla kalmaz. Ama savaşan taraflar ekonomik sıkıntıya düşer, tesisleri, binaları, altyapıları savaştan zarar görür, yakıp yıkılır. Bunların onarılması veya yenilenmesi, emperyalist ülkeler için muazzam ölçekte pazar yaratır.

Son olarak savaş ve gerginlikler doğrudan emperyalistlerin ülkeyi işgali veya saldırısı ile gerçekleşir. Günümüzde savaş ve gerginliklerin hemen hemen tümü bizatihi emperyalist ülke müdahalesi, işgali ile doğrudan veya emperyalist çıkarlar doğrultusunda düzenlenen çeşitli entrikalarla çıkartılmaktadır. Burada çok yönlü çıkar söz konusu olur; sadece silah veya araç gereç için yeni pazar yaratılması dışında, yer altı ve doğal kaynaklar açısından zengin ülkenin varlıklarının talan edilmesi amaçlanır.

Üçüncü dünya savaşı şiddetleniyor

1. dünya savaşı, 4 yıl 3 ay sürdü. Savaşta her iki taraftan ölen ve kayıpların sayısı 18 milyona yaklaştı. 2. dünya savaşı ise 6 yıl sürdü; ama kayıp sayısı 73 milyona yükseldi. Bu arada her iki büyük savaşta da kazanan tarafın insan kaybı daha çok oldu. Bu özellikle son dünya savaşında çok daha belirgin oldu. Naziler ve müttefikleri 12 milyon kayıp verirken, karşı taraftan 61 milyon asker ve sivili öldürdüler.

Halen ilan edilmemiş üçüncü dünya savaşının sürdüğünü kabul etmek gerekir. Nazileri durdurmaları ve yenilgiye uğratmaları nedeniyle Stalin ve Sovyetler Birliği, savaş sonrasında barışın kurucuları olarak karşılanmış ve komünizm tüm dünyada ve özellikle Avrupa’da hızla yayılmaktaydı. Bunun üzerine Batılılar sosyalist sisteme karşı soğuk savaş ilan etmiş ve bunun ardından gerilimi tırmandırarak Kore Savaşı’nı başlatmışlardı.

O günden bu yana yerel savaşların kesintisiz olarak dünyanın sorunlu bölgelerine yaygınlaşmasına bakarak, üçüncü dünya savaşının soğuk savaşı da içine alacak biçimde, 2. dünya savaşı sonrasında başlatmak mümkündür.

Üçüncü dünya savaşının küresel yaygınlıkta, ama yerel ölçekte olduğu gözleniyor. Ayrıca zamanda kesintisiz bir nitelik taşıdığına da dikkati çekmek gerekiyor. Dünya çapında topyekûn de olsa ilk iki savaşın çözüm getirmediği anlaşılmıştı. Demek ki dünya savaşla yatıp savaşla kalkmalıydı. Hiç olmazsa, sıcak savaş varmış gibi taraflar arası gerginlik tırmandırılabilir ve bu da tarafları emperyalistlerden silah almaya zorlayabilir.

Her iki savaş sonrasında kapitalist ekonomiler ve özellikle altyapısı hiç zarar görmemiş ABD’nin çok parlak bir dönem geçirmesinin ardından hemen yeni bir daralma dönemine girmiş ve bir başka savaş tezgâhlanması kaçınılmaz olmuştu. Kore savaşı, ABD ekonomisi için bir kez daha kurtarıcı rol oynamıştı.

Kore savaşı ile birlikte o tarihten bu güne kadar sıcak çatışmalar sonucunda kayıp sayısı 1000’in üzerinde olan 35 ayrı sıcak savaş sonucunda ölenlerin sayısı 4,6 milyona ulaşmıştır. Daha önceki dünya savaşları ile kıyaslandığında, bu kayıp sayısı az görünebilir. Ancak süregelen dünya çapındaki savaşların cephe savaşından çok; saldırı savaşları olduğu ve kayıpların yine öncekilerin tersine, büyük ölçüde saldırıya uğrayan mağdur ülke ve taraflara ait olduğunu göz önüne almak gerekir. Bir önceki savaş ile kıyaslanırsa, Irak savaşında ABD’nin kaybının 7,5 milyon olması gerekir. Demek ki uzun menzilli füzeler geleneksel savaşlara kıyasla galip tarafların insan kaybını önlemede ciddi bir etki yapmıştır. Ama Irak savaşında ilk aşamada bombalamalar sırasında ABD hiç kayıp vermemiş; daha sonra ülkede düzeni tesis etmek için ülkeyi işgal ettiğinde kayıp sayısı ise gerilla saldırıları ile çok sınırlı kalmıştır.

Türkiye yeni gerginliklerin içine çekiliyor

Türkiye’nin sıcak savaş ve askeri gerginlikler açısından sicili bir hayli kalabalık. Batıda Yunanistan ile uzun vadeli gerginlikler yaşanıyor. Sık sık iki ülke hava ve deniz kuvvetleri kimi zaman it dalaşı yapıyor; kimi zaman da son olarak Kardak olayında olduğu gibi tansiyonun son noktaya kadar yükseldiği sürtüşmeler yaşıyor. Keza doğuda ABD ve AB destekli PKK ile uzun vadeli sıcak savaş yürütüyor. Bu savaşta her iki taraftan 100.000 kayıp verildiği belirtiliyor.

Bu koşullar altında Türkiye, ister istemez büyük bir askeri bütçe yükü ile karşı karşıya kalıyor. Hepsini komuta kademesinde hiçbir inisiyatifi olmaksızın Nato’nun emrine verdiği büyük bir ordu besliyor. Ama bunlar da yetmemiş olacak ki, şimdi yeni gerginliklere çekiliyor.

Nato bünyesinde erken uyarı radarının Türkiye’ye yerleştirilmesi, asırlar boyu iyi komşuluk ilişkileri içinde olduğumuz İran’ın tepkisini çekmekle gecikmedi ve bu İran’a yönelik bir tehdit olarak algılandı. Şimdi Türkiye’nin İran’ın 1. hedef ülkesi olabileceği söyleniyor.

Türkiye’nin son Mavi Marmara bunalımı çerçevesinde İsrail’e karşı aldığını ilan ettiği yaptırımları arasında yer alan Doğu Akdeniz’de seyrüsefer güvenliği” maddesinin iki ülkeyi sıcak bir çatışmaya sürükleyebileceği tartışmasını da beraberinde getirdi. Zira bu sözü edilen bölgede sadece karasuları güvenliği değil, ama Akdeniz’de uluslararası sularda İsrail ve Kıbrıs Rum Yönetimi'nin yürüttüğü petrol aramalarını da ilgilendiriyor. Bu ülkenin İsrail ile işbirliği halinde yaptığı sondaj çalışmalarına Türkiye’nin itirazı var.

Daha dün ilan edilen komşularla sınır politikasının bugün neredeyse tüm komşularla çok ciddi tırmanma konumuna gelmesi açıkta Türkiye’nin dış politikasına hakim olamadığını gösteriyor. Bir tarafta İran ve diğer tarafta İsrail, taviz vermeyen bir dış politika anlayışları izliyor olarak bilinen ülkeler. Şimdiden İsrail’in Türkiye’nin tehditlerine karşı geri adım atmayacağı ve karşılık vereceği söyleniyor.

Öyle anlaşılıyor ki, Türkiye içinde bulunduğumuz sonbahar ayları içinde tırmanacağı söylenen ekonomik bunalıma kurban edilmiş görülüyor. Belki de ABD, böylelikle bir taşla iki kuş vurmuş olacak. Dünyanın en güçlü ordusuna sahip (Türkiye’nin ABD’ye bile kafa tutabilecek güçte orduya sahip olduğu spekülasyonu yapılıyor) bir ülke ile nükleer silahlara sahip İsrail’in çatışması aynı zamanda Türkiye’nin burnunun sürtmesine ve ABD’ye daha da fazla muhtaç kalmasına yol açabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder