11 Ocak 2012 Çarşamba

Yerel Kongre İktidarları

Bu başlık, şimdi aramızda bulunmayan Bülent Tanör’ün bir eserine ait. Türkiye’de çok önemli, ama bir o kadar da tarihsel süreç olarak çok fazla incelenmemiş ve ele alınmamış bir dönemle ilgili. Uzun bir savaş sonrasında bitap düşmüş, yenilmiş ve düşmana teslim olmuş bir ulusun yeniden toparlanıp bir araya gelmesi için içine girdiği çabaların kısa bir öyküsüdür eserde yer alan.

I.

Tarihte yaşanan olaylar, her zaman günümüz için bir ibret oluşturur. Neredeyse bir yüzyıl öncesine giden bu dönemde yaşananlar için de bu aynen geçerlidir. Tanör’ün ele alıp incelediği dönem ise, birçokları yanı sıra, özellikle de akla hayale gelmeyen olayların yaşandığı bir dönemi ile ilgili olması bakımından ibretliktir.

Savaşta ülke düşman kuvvetler ile Galiçya, Kafkasya, Makedonya, Suriye ve Irak cephelerinde çarpıştı. Hemen hemen savaştığı bütün cephelerde başarılı olmasına ve toprak kaybı olmamasına karşın ülke topyekûn düşmana teslim oldu. Bununla da kalmadı, ülkenin başkenti, düşman kuvvetler tarafından işgal edildi. Bu işgalin ardından ülke asırlar boyu yönetimi altında tuttuğu Yunanlılara peşkeş çekildi.

Yerel kongre iktidarları, böylesi yüz kızartıcı koşulları altında ülkenin işgalden kurtarılması ve özgürleştirilmesi için yurdun dört bir köşesinde kendiliğinden gelişen inisiyatifler olmuştur. Tıpkı aynı zaman dilimi ve tarihsel sürecin içinde yer alan Rusya’da olduğu gibi. Tıpkı emperyalistler tarafından savaşa sürüklenen ve yokluğun ve açlığın pençesine düşen ülkede kendiliğinden oluşan Sovyet – işçi ve asker konseyleri iktidarlarında olduğu gibi.

Orada da ülkenin, tıpkı işgal altında olan, ülke içinde yaşayan ve işgalcilerin ülkeyi aralarında paylaşmak için örgütledikleri Rum, Ermeni ve Yahudi azınlık örgütlerinin faaliyete geçtikleri, Kürt Teali ve İslam Teali Cemiyetleri ile İngiliz Muhipleri Cemiyetleri’nin oluşturulması ile karanlık bir geleceğe sürükleniş vardı. Orada da, bizde olduğu gibi, inisiyatifi eline alan Sovyetler, devrimden sonra bile, siyasi iktidarı resmi hükümet ile paylaşacak kadar güçlü idiler.

II.

İbret aldığımız dönem sadece tarihi dinamiklerin tümüyle halkın kendi inisiyatifi altına alınması bakımından bir örnek oluşturmuyor. Ama günümüz koşullarına da ışık tutması bakımından önem taşıyor.

İlginç bir biçimde, uzun bir zamandan bu yana dünya düzeninde bir denge unsuru olduktan sonra tarihe karışan Sovyetlerin ardından yeni dünya düzeni, tam bir belirsizlik içeriyor olması ile ayırt ediliyor. İlk belirsizlik bulutlarının Balkanlarda görülmesine şaşırmamak gerek. Çünkü tarih boyunca ulusal devletlerin onu oluşturan azınlıkların kışkırtılması ile mikro devletlere dönüştürülmesine olgusu da adını bu bölgeden alıyor.

Aynı süreç, eş zamanlı olarak Avrasya bölgesinde yürütüldü. Jeopolitik anlamda dünyanın merkezi olarak kabul edilen Avrasya bölgesinde yer alan eski Sovyet Cumhuriyetleri’nin merkez ile bağlantıları çok çeşitli yöntemlerle zayıflatıldı. Bu süreç devam ediyor. Bölgede Asya için kilit konumdaki Afganistan ve Pakistan için süreç devam ediyor. Sonrasında Irak'ın işgali ve son olarak Arap Baharı olarak tanımlanan ve onları geleceği iyice belirsiz bir sürece sokan süreç yaşanıyor.

Şimdi herkesin makul karşılayacağı bir soru oldu artık sıranın ne zaman Türkiye’ye geleceği.

İşçi Davası’nın çeşitli sayıları ile dile getirilen bir gerçek var. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından yaşanan dünya güç dengesini tanımlayan bir süreç ile ilgili bu: uluslararası sermaye, artık karşısında engel çıkartacak ulus devletlerin varlığını istemiyor. Yaşanan süreç, isten Balkanlaştırma, ister ulus devletlerin bunalımı olarak tanımlansın; tüm dünyanın süper güce her bakımdan bağımlı hale getirilmesini öngörüyor.

Yoksa ABD kendini başta Çin ve Hindistan olmak üzere yükselen dünya devletleri karşısında güvenli hissedemiyor.

III.

1. dünya savaşı sonrası Türkiye düşmanları olan itilaf devletleri, İngiltere, Fransa ve Rusya ile mütareke imzalıyor. 30 Ekim 1918 itibarı ile imparatorluk yok olma sürecine girmiş ve ülke için devlet ve iktidar sorunu ortaya çıkmıştır. Hemen ardından ülkenin işgale uğraması ile buna bir de ülkenin savunulması görevi eklenmiştir.

Bundan sonra başta İstanbul ve ona yakın ve işgal tehdidi altındaki Ege bölgesi halkının sivil direnişi örgütlemesi gerekmektedir.

Bölgede yer alan Balıkesir ilinin sivil direnişi örgütleme çabasının başını çektiği gözlenir. Merkezi yönetimin yıkılması ve düşman işgali ile birlikte ülke savunmasının örgütlenmesi kent eksenli örgütlenme sürecinin başlamasına yol açar.

Tanör’e göre bu husus, ülkenin içinde bulunduğu koşullar altında sivil inisiyatifin en özlü ifadesidir. Bu dönem Balıkesir’den “devletleşen belde” diye söz edilmesi ve 1. Balıkesir Kongresi’nin taviz vermeksizin “bağımsız bir devlete özgü” bir tutum takınmış olması nedeniyledir.

Devletleşen beldeler altında yerel düzeyde iktidar temsilcisi olarak örgütlenen kongreler, esas itibarı ile beş ayrı bölgede kendini göstermiştir.

Elviyeyi Selasiye Kongreler Grubu, sonraki aşamada TBMM çatısı altında ülkenin dört bir yanından gelen mebuslar ile birlikte temsil edilen bir başka yerel iktidar olmuştur. Bu grup altında üç liva; yani Kars, Ardahan ve Batum yer almaktadır.

Trakya kongreler grubu, esas olarak Edine merkezli olan ve birbiri ardına “hükümetleşme” sürecini yaşayan grubu oluşturur.

Doğu ve Kuzey Anadolu Kongreleri Grubu içinde, Trabzon, Erzurum ve Sivas illeri yer almaktadır. Giderek büyüyen ve oluşumunu tamamlayan bu kongre sistemi, son aşamada Sivas Kongresi ile en olgun düzeyine ulaşmıştır.

Batı Anadolu Kongreleri Grubu, İzmir Müdafaayı Hukuku Osmaniye Cemiyeti'nin kuruluşu ile başlar ve Büyük İzmir Kongresi’nin oluşumuna yol açar. Bunun içinde Batı Anadolu ve bu arada Balıkesir ve Nazilli Kongre Hareketleri ortaya çıkar.

Milli Kongre Grubu da İstanbul merkezli olarak oluşturulmuştur. Bu oluşum, bağımsız kongre hareketinden çok, parti ve derneklerin bir araya gelmesi ile bir tür konfederasyon niteliğini taşımaktadır. Yine de burada bir iktidar yapılaşmasının olduğundan söz edilemez.

IV.

B. Tanör, adı geçen eserinde, yerel kongre yönetimlerinin gerek biçim ve gerekse içerik açısından özel bir değerlendirmesini yapıyor. Her iki bağlamda da bu tür örgütlenmelerin çok önemli tarihsel ve yapısal özelliklerini sergiliyor.

Biçim olarak ele alındığında, kurtuluş savaşı öncesi yerel kongre iktidarlarının “Sovyet tipi iktidarlara sahne olan kuzey komşuda esen güçlü rüzgârların etkisini akla getirmektedir” değerlendirmesini yapıyor.

İlk kez Çarlık Rusya’sı döneminde 1905’te ortaya çıkan Sovyetler, 1917 Şubat ve Ekim Devrimi’ne yol açan süreci başlatmıştı. Bu süreçte Sovyetler, kendi kendilerini yönetme inisiyatifi göstermişlerdi. Yani sadece işgal altındaki ve yokluğun pençesine düşmüş ülkenin kurtuluşu için mücadeleyi hedeflemiş olmakla kalmıyor, ama bunu tümüyle merkezden bağımsız ve kendi iktidarı altında yapılması esas alınıyor. Daha sonra tüm ülke söz konusu olduğunda, bunun örgütlenmenin aynen Sovyetler Birliği’nde olduğu gibi, bölgesel Şura'ların bir federasyonu biçiminde bir araya gelineceği demek oluyordu.

Sovyetlerin Güney Rusya ve Kafkaslardaki faaliyetleri, Doğu Anadolu’dan yakından izlenmiş olması pek muhtemeldir. Sovyet sözcüğü de o dönem Osmanlıcası ile “Şura” sözcüğü ile karşılanmıştır.

Burada esinlenme, ilk aşamada biçim olarak akla geliyor. Ama kuşkusuz, bunun komünist ya da o günlerde aynı anlama gelen halkçı özün de benimsenmesi demek olduğu açıktır. Ama hiç kimsenin bu konuda çok fazla tereddüt göstermiş olmadığı anlaşılmaktadır. Zaten acil görev, ülkenin düşman işgalinden kurtarılmasıdır ve şimdilik kurtuluştan sonra rejimin nasıl biçimlendirileceği o kadar önem taşımamaktadır.

V.

Buraya kadar yapılan incelemelerde, günümüz koşullarında ülkenin emperyalist küreselleşme ve yakın çevremizdeki balkanlaşma süreci içinde bize yol gösterici nitelikte. B. Tanör’ün yerel Şuralar ile ilgili tanıklığı altında tarihsel değerlendirmelere yer verilmiştir. Ama şurası bir gerçek ki, aradan yüz yıla yakın bir zaman geçmiştir ve dünün koşullarının bu güne olduğu gibi uyarlanmasının mümkün ve doğru olmayacağı da açıktır. En azından emperyalist sömürü olgusu aynı kalmış olsa bile, onun yöntemi ve tekniğinin bir hayli değişmiş olduğuna dikkati çekmek gerekmektedir.

O dönemde yenilgi ve işgal sonrasında emperyalistler, Mondros Mütarekesi sonrasında Sevr Anlaşması ile Osmanlı Devleti’ni galip devletlerin imtiyaz sahibi olduğu bölgelere ayırmışlar ve bu bölgelerde fiili işgal başlatmışlardı.

Ama o günlere ait ve emperyalizmin fiili işgali ile gerçekleştirilen sömürgeleştirme yöntemi çoktan geride kalmıştır. Bugün yapılanlar ise dün de olduğu gibi, bugün de herkesin malumudur; ama arada geçen sermaye ihracı ile sömürü aşamasından sonra emperyalizm, şimdi sömürüsünü o ülke sermayesi ile bütünleşerek gerçekleştirirken, o ülkede hakim sermayenin ulusun bütünlüğüne ait tüm yönelimlerini yok etmektedir.

Bunu da kolaylıkla yapmaktadır; zira ne zamandan beri bu bütünleşme sağlanmıştır ve metropol ülkelerde yaşanan bir daralma, periferi ülkelerde misli ile kendini hissettirmekte ve ulusal sermaye, kendini ulusal değerlere değil, ama metropol ülke sermayesinin sağlığı ile daha ilgili görmektedir.

Yine önceki dönem ile yapılacak tarihsel benzetmenin salt kronolojik esaslara göre yapılması yanlış sonuca götürür. Aynı bölgede ve aynı koşullar altında olmasına karşın iki ülke arasında farklı tarihsel süreç yaşandığı bir gerçektir. Bu husus, B. Tanör tarafından da isabetle ortaya konmaktadır.

Rusya işçi sınıfı, belki de öznel faktörün etkisiyle çağdaşı Türk işçi sınıfının çok ötesinde bir siyasi deneyim kazanmış ve işçi Sovyetleri oluşturmuştur. Oysa “Türk modellerinde Sovyet tipi ve Şura tipi örgütlenmelerde demokratiklik unsurlarında ortaklık dışında benzerlik aramak yersizdir. Her iki tipteki örgütlenmelerde, sınıf temelleri, ideolojileri ve siyasal perspektifleri birbirinden çok farklıdır.” Anadolu’nun doğusundaki hareketler, “Sovyet” tipinden farklı olarak eşraf-burjuva tabanlı ve milliyetçi karakterdedir. Ne var ki, bu esin kaynağı ülkeden pek farklı olmayan böylesi koşullar galip devletler ile dört bir taraftan kuşatılmış en umutsuz durumlarda bile halkın çıkış yolunu görebilmesi önemlidir ve bizim de umut kaynağımızdır.



Kaynakça:

1. Bülent Tanör; Türkiye'de Yerel Kongre İktidarları (1918-1920), Ocak 1998

2. Kazım Özalp; Milli Mücadele, 3. Basım, 1988

3. Kentleri Bibliyografyası, cilt:3, TBMM yayını, 1993

4. Mediha Akarslan: Türk Milli Mücadelesi'nin Balıkesir Cephesi,1998



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder