13 Mart 2011 Pazar

Halk Sağlığı ve Marksizm



AKP hükümetinin emperyalist güç odakları IMF, dünya bankası, vs. önerileri ile “sağlıkta dönüşüm” adı altında getirdiği dayatma zorla uygulamaya girdi. Son günlerde de bu uygulamanın son düzenlemeleri yapılıyor; sağlık hizmetleri artık patronlar için tam bir rant alanı yapılmış durumda. Bütün sağlık çalışanları derin bir gelecek kaygısı içinde ayağa kalktılar. Çıkartılan tam gün yasası ve bu bağlamda öngörülen randıman ilkesi çalışma kapsamında hastalara yolunacak kaz muamelesi layık görülürken, doktorların kazanılmış hakları ellerinden alınıyor ve sendikal güvence olmaksızın sözleşmeli statüde çalışanların her türlü hak arayışına engel çıkartılıyor. Şimdiye kadar kayıtlı bir işi olup sağlık sigortası sahibi olanlarla sınırlı kalan yaygın (!) sağlık hizmeti anlayışı tarihe karışıyor. Bundan böyle sağlık hizmetlerinden “parası olanlar” yararlanabilecek.


Sağlıkta yeni SGK yasası, 18 yaşından büyük herkesi kamu sağlık kurumlarından hizmet alabilmesini öngörüyor; ama "prim ödemesi" şartıyla. Gerçekte reform adı altında yapılanlar sağlık hizmetlerinin parası olanlarla sınırlı tutulması, bir kez daha parası olmayanın kesinlikle dışlanması anlamına geliyor.

Sürekli olmayan, kayıt dışı, mevsimlik, vs. çalışanlar, hatta bir akit ile çalışmasına rağmen pirime esas kazancı sınırlı olanlar sistem dışına itiliyor. Reform dışında tutulanlara geniş bir kesimi kapsayan tarım ve orman işçileri ve akde bağlı da olsa sürekli işi olmayan milyonlar da dahil. Bunun gibi, özellikle şu yada bu biçimde pirim kesilemeyen kazanç gösteren sayılamayacak kadar çok bir iş sahibi olan halk da sistem dışında kalıyor.

Paralı sağlık hizmeti paketinde sadece “temel teminatlar” sağlanıyor. Bunun dışındaki sağlık hizmeti için ayrıca ödeme yapılacak. Yani, prim ödenmiş olsa bile, ciddi hastalık tedavileri kapsam dışı.

Çalışanların prim ödeyerek sağlık sigortasından yararlanmaları ihtiyari olacak. Yani, sağlık sigortası Bağkur tipine dönüştürülüyor. Bilindiği gibi, isteğe bağlı ödemeye dayalı Bağkur kapsamında olanların yüzde 85’i ödeme yapamadığı için sağlık hizmetinden yararlanamıyor. Aynı akıbetin şimdi eski SSK ve Emekli Sandığı sigortalılarını da beklediği ortada.

SGK, kamu hastanelerini özerk hale getiriyor. Kendi yağı ile kavrulacaklar. Bir sonraki aşama da özelleştirme olacak. Devlet sağlık hizmetinden tümüyle çekilecek. Ama şimdi bu hastaneler için yeni bir oyun tezgâhlanıyor. Devlet bu hastanelerin iflas etmesi için elinden gelen çabayı gösteriyor. Amaç, parasal çıkmaza giren hastaneye el koyup patronlara peşkeş çekmek.

Yani halk yine eskisi gibi vergisini ödüyor olmasına karşın devlet bundan böyle sağlık, sosyal güvenlik, eğitim, vs. gibi devlet olmanın gereklerini yerine getirmeyecek. Kısaca, devlet olmaktan çıkacak.

Oysa bir toplumu oluşturan bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin korunması ve kollanması kadar aynı zamanda onların geçim, barınma, sağlık ve eğitim olanakların da en azından ülke koşullarına uygun asgari düzeyde korunması ve kollanması bir toplum olmanın kaçınılmaz gereğidir.

Ama bu ihtiyaçların insan ve toplum yaşamı için kaçınılmaz ve vazgeçilmez olmasını fırsat bilen kapitalizm, insan sağlığını sermaye için rant kapısına dönüştürmekten çekinmiyor ve insan ve toplumların olmazsa olmaz gereksinimleri, kar peşinde koşan sermayeye peşkeş çekiliyor.

İnsan sağlığı rant kapısı

Sağlık hizmetlerinin rant konusu edilmesi, başta Avrupa ülkeleri ve ABD olmak üzere, tüm piyasa ekonomilerinde açık biçimde gözlenmekte. Avrupa genelinde, sağlık hizmetleri için ulusal gelirin yüzde 7’sine kadar ulaşan harcama yapılmakta; ABD’de ise aynı oran yüzde 14 düzeyine kadar çıkmakta. Böyle olmasına karşın, tümüyle rant kapısına dönüştürülmüş olması ve tekellerin hâkimiyetine girmesi sonucu sağlık hizmetleri çok pahalı hale gelmiş durumda. Sağlık hizmetlerine sadece hali vakti yerinde olanlar ulaşabilmekte; öte yandan dar gelirliler prim ödeyemedikleri için sağlık hizmetlerinden yararlanamamakta ve tedavi olamamaktadır.

Piyasa mantığına göre işleyen sağlık hizmetleri, giderek bir “sağlık piyasası” oluşmasına yol açmaktadır. Bu işleyişte kamuya ait personel, altyapı, vs. gibi kaynakları özel şirketlere peşkeş çekilir hale gelmektedir. Bir taraftan ilaç ve tanı cihazları tekelleri, diğer taraftan da sağlık piyasasına giren sigorta şirketleri, sağlık sektörünü elit kesimin yararlandığı ve milyarca dolar ile ifade edilebilir bir piyasa haline getirmiştir. Sağlık sektöründe faaliyet gösteren ABD tekellerinin karlılık açısından ilk sıraları alırken, prim borçlarını ödeyemediği için, milyonlarca insan bu hizmetlerden hiç yararlanamamaktadır.

İnsanın ayakta kalabilmesi ve yaşamını sürdürmesi yada bunun ötesinde, çağdaş koşullara uygun bir yaşam tarzına sahip olabilmesi için zorunlu olan sağlık hizmetleri, kapitalist küresel dünyada rant konusu olmaktan kurtulamıyor. Kapitalist toplumlarda hastalar “müşteri”, sağlık kuruluşları ise sağlık hizmeti üretip pazarlayan “gözü kar hırsı bürümüş tekellere" dönüşüyor.

Aynı durum, her alanda olduğu gibi, sağlık alanında da liberal anlayışın en acımasız kurallarının uygulamaya sokulduğu Türkiye’de de artık yürürlükte. Öteden beri çok yetersiz düzeyde kalıyor olmasına rağmen, yine de halk sağlığının bir kamu hizmeti olarak kabul edilip yürütülmeye çalışıldığı döneme özgü SSK, Emekli Sandığı ve Bağkur bütçeye yük oluşturduğu ve “kara delik” oluğu gerekçesi ile tarihe karıştı. Şimdi sağlık hizmetlerinin esas olarak özel sektör tarafından sağlanacak olması ile bu yük kalkıyor olduğu gibi, bir de özel sektör bundan para kazanacak. Yeni dönemde artık kamu sağlık hizmetlerinden el çektirilmekte ve bundan böyle sadece “parası olanların” erişebileceği bir “ayrıcalık” haline getirilmekte.

Sağlık hizmetlerinin sosyal boyutu

Modern tıbbın gelişmesine koşut olarak kaydedilen bilimsel gelişmeler, sağlık hizmetlerinin aynı zamanda bir sosyal boyutu olduğunu ortaya koymuştur. Bu alanda öncü nitelikte araştırma yapan bilim adamları, insan sağlığının sadece hastalıkların tedavi edilmesi bağlamında önleyici hizmetleri değil, ama esas olarak ‘koruyucu sağlık hizmetleri” anlayışı ile ele alınması zorunluluğunu ortaya koymuştur. Bu bağlamda, 19. yüzyılın başlarından itibaren başlatılan çalışmalar ile bir taraftan modern tıp biliminin gelişmesi sağlanırken, aynı zamanda toplumsal yaşam, hastalıklar ve tıp bilimi arasındaki olan yakın ilişkileri ortaya koymuştur.

Bu konuda öncülük yapanlardan biri olan ve Rudolph Virchow, tifüs salgını ile bağlantılı araştırmalarında, bu felaketin yaşanmasında yoksulluk, eğitim eksikliği ve bireyin temel hak ve özgürlüklere sahip olamamasının etkilerini ortaya koymuştur. Virchow öncülüğünde yapılan çalışmalar hastalıkları önleme ve tedavi etme doğrultusunda “halk sağlığı" kavramının geliştirilmesinde yol açmıştır.

Farklı toplumlarda değişik uygulamaları gözlenen halk sağlığı anlayışı, temel olarak şu ilkelere dayanır:

- Sosyal ve ekonomik koşullar, insan sağlığı üzerinde belirleyici rol oynar.

- Halkın sağlığı toplumsal bir sorundur.

- Tek tek bireyler kadar toplum sağlığı da kamusal hizmet niteliğindedir.

Son birkaç yüzyıl içinde modern tıp biliminin gelişmesine paralel nitelikte, sağlığın aynı zamanda toplumsal boyutunun olduğunun altının çiziliyor olması boşuna değildir. Denilebilir ki, sağlık ve toplum kavramları birbirinden ayrılmaz olması tümüyle bilimseldir. Çünkü hastalıkların ortaya çıkması kadar, onun sağaltımı da bireye özgü değil, ama onun içinde bulunduğu toplum ve bireyin toplumsal yaşamı ile ilgilidir. Bu nedenle nasıl hastalık toplumsal bir olgu olarak ortaya çıkıyor; yani hastalıkların bir bakıma o toplumun sosyal ve ekonomik ilişkilerine bağlı olduğu düşünülürse, buna karşı koruyucu ve önleyici önlemlerin de toplumsal düzeyde ele alınması gerekir.

Bu açıdan bakıldığında, bilimsel anlamda tıp ve sağlık hizmetlerinin toplumsal değer yargılarını öne çıkartan toplumsal örgüt anlayışı ile yakından ilişkili olduğu anlaşılır. Nitekim geçmişte de olduğu gibi, günümüzde de buna ilişkin sayısız ve çarpıcı örnekler bulunmaktadır. Bireyi öne çıkartan toplumlarda, örneğin ABD ve diğer zengin ülkelerde, sağlık sektörüne muazzam paralar harcanıyor olmasına karşın hala daha halkın özellikle sağlık hizmetine muhtaç kesimlerinin hiç bir tedavi olanağına sahip olamıyor. Ama toplumu öne çıkartan örgütlenmelerde ise, alçakgönüllü rakamlarla bile kamusal sağlık hizmeti halkın tümüne açık ve ücretsiz olarak temin edilebilmekte ve çok çarpıcı sonuçlar elde edilebilmektedir.

Marksizm ve sağlık

Bütün bu söylenenler, sağlık ve bu bağlamda halk sağlığının, temelde sosyalist toplumlara özgü olduğu, bunun dışında kapitalist toplumlarda ise insanların ancak “cebindeki parası kadar” sağlık hizmeti alabildiği ve dar gelirli olanların ise yetersiz veya hiç sağlık hizmeti alamadığını gösteriyor.

Sosyalist toplumlarda her zaman bireylerin yaşam koşullarını ilgilendiren konulara öncelik verilir. Mümkün olduğu ölçüde ülke kaynakları herkesi kapsayacak şekilde eşit ve ücret ödemeksizin, yani “evrensel nitelikte” halkın hizmetine açılır. Bu sağlık hizmetleri kapsamında, modern tıbbın ortaya çıkması ile geliştirilen “halk sağlığı” kavramı gözetilir; bu bağlamda önleyici sağlık yanı sıra, koruyucu sağlık hizmetleri da dahildir.

Sağlık hizmetlerinin ulusal çapta ve bir bütün olarak ele alınması, topyekün sağlık için olmazsa olmaz gerekliliktir. Bilimsel anlamda sağlık budur zaten. Bu da ancak sosyalist toplumlarda gerçekleştirilebilir.

Bir bakıma herkese iş, aş, eğitim, konut, vs. sağlama ilkesi gerçekte sağlık sorununu kendiliğinden çözer hale getirir. Bu sağlandıktan sonra, ayrıca ulus düzeyinde koruyucu halk sağlığı uygulaması ile bilimsel nitelikte sağlık hizmeti halka sunulmuş olur. Böylelikle beslenme ve barınma ihtiyacının karşılanması ile koruyucu sağlık için en temel unsur karşılanmış olmaktadır.

Bu bakımından genel olarak sağlık ve özel olarak koruyucu halk sağlığı, Marksist anlayışa göre toplumu öne çıkartan örgütlenmelere, sosyalist toplumlara özgü kavramlardır.

Sağlıkta piyasa ekonomilerinin çıkmazı

ABD’de piyasa ekonomisinin sağlık konusunda içine düştüğü acıklı durum çarpıcı biçimde gözlenebilmektedir. ABD’de sağlık hizmetlerinin içler acısı durumu ibret vericidir. Yapılan harcamalara karşın, ABD’deki sağlık verileri, en yoksul ülkeler düzeyindedir. Bu durum örneğin, çocuk ölümleri, doğumda anne ölümü, yaşam süresi uzunluğu, vs. gibi belli başlı toplum sağlığı kıstasları açısından açıkça gözlenebiliyor.

Çünkü ABD’de sağlık hizmetleri, açık farkla dünyanın en “pahalı” metası haline gelmiştir ve bu ülkede yoksullar, bu nedenle pratik olarak hiç bir sağlık hizmetine ulaşamamaktadır.

Oysa ABD’nin yanı başında, onun ambargosu nedeniyle gelir düzeyi açısından yoksul bir ülke olan Küba, sağlık sorununu kökten çözmüştür. Dünya Sağlık Örgütü’nün koyduğu “2000 yılında herkes için sağlık” hedefini Küba bundan 15 yıl önce gerçekleştirmiştir. Bugün Küba’da herkes, dünyaya gelir gelmez nefes almak kadar sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkına sahiptir.

Küba bugün dünyanın en mükemmel sağlık sistemine sahip olmakla kalmıyor. Aynı zamanda bu ülke, Afrika sahillerinden Amerika’ya kadar 68 ülkede Kübalı 28 bin sağlık elemanı ile sağlık hizmeti sağlıyor. Halen Küba’da, aralarında yaklaşık yüz ABD’li olmak üzere, dünyanın dört bir yanından gelenlerle birlikte 30 bin tıp öğrencisi eğitim görüyor.

Almanya’da 150 yıllık tarihi boyunca işçi ve işveren primleri ile yürütülmekte olan sağlık sistemi çöktü. Hükümet işçi ve işveren prim katkısını artırdı, ayrıca ilk defa bütçeden takviye yapıldı (1,5 milyar €). Çünkü Avrupa’da en pahalı sağlık hizmeti bu ülkede. Nedeni, 1992 yılından itibaren sağlık sektörünün özel sektöre açılması. 2000’li yıllara gelindiğinde, bunalım derinleşti. Zaten ekonomik bunalım içinde olan bu ülkede doktorlar fazla çalışma saatleri ve düşük ücret nedeniyle neredeyse her gün sokaklara dökülüyorlar.

Nikaragua’da çok farklı bir tablo ile karşılaşılmakta. Geri kalmış sayılabilecek Orta Amerika ülkesinde 1979’da yönetime gelen Sandinistler, her türlü yokluğa karşın yılmadılar ve kolları sıvadılar. Eğitim yanı sıra, sağlık hizmetleri de Sandinist hükümetin en öncelikli sorunu olarak kabul edildi. O zamana kadar ABD kukla hükümeti tarafından soyup soğana çevrilmiş, içecek suyun bile olmadığı bu ülkede halkın büyük çoğunluğu sağlık hizmetine ulaşamıyor, sağlıklı içecek su bulamıyor, salgın hastalıklar kol geziyordu. Devrimci hükümet, ilk olarak tüm halkın ücretsiz sağlık hizmeti, kitlesel okuryazarlık kampanyası, kolektif üretim ve tarım çiftlikleri oluşturuldu. Halk sağlığı çabaları hemen meyvesini verdi. Çocuk felci önlendi. Tüm halk koruyucu sağlık kapsamına alındı.

1990’a gelindiğinde, Uluslararası Kalkınma Ajansı’nın anlatımıyla, ülkede gelişmiş bir sağlık sistemi kurulmuştu. Ajansın 1991 yılında yaptığı tespitlere göre, koruyucu ve temel bakım hizmetlerinde bebek, çocuk ve anne ölümlerinin azaltılması amaçlanmış ve bu hizmetlerin halkın büyük bir kısmına ulaştırılması sağlanmıştı. Sandinist hükümet, tüm halkın ücretsiz olarak halk sağlığı hizmetlerinden yararlanmasınısağlayabilmişti.

Günümüzde, başta yoksul Afrika kıtası halkları olmak üzere, tüm dünyada yoksul ve dar gelirli kesimleri derinden etkileyen sağlık hizmetlerinin temelinde, gerçekte yoksulluk değil, ama toplumsal örgütlenme biçimi yatıyor. Daha açık bir deyişle, sağlık para ile değil, ama toplumun örgütlenme biçimi, yani piyasa veya planlı ekonomi biçiminde örgütlenmiş olması ile bağlantılı. Zengin kapitalist ülkelerde olduğu gibi, halkın sağlığı için zenginlik yetmiyor. Zengin ülkelerde sağlık hizmetlerine ancak üst gelir grubunda yer alan elit kesimler erişebiliyor, dar gelirli kesim bu hizmetlerden yararlanamıyor.

Oysa ülke ne ölçüde fakir olursa olsun, planlı ekonomi ile yönetilmiş sosyalist anlayış ile ele alındığında, halkın temel sağlık hizmetleri verilebiliyor; ülke ne kadar fakir olursa olsun, sonuçta halk sağlığı açısından parmak ısırtacak seviyelere ulaşılabiliyor.

Kapitalist sistemde toplumda herkesin ücretsiz ve evrensel nitelikte erişime açık olması gereken temel beslenme, barınma, sağlık ve eğitim gereksinimlerinin giderek kamu hizmeti olmaktan çıkartılıp özelleştirilmesi kaçınılmaz hale geliyor. Çünkü bu ülkelerde sermaye bunalım içinde. Ne yapacağını bilemiyor. Kendine yeni yatırım ve kar alanları bulmak zorunda. Bu nedenle de sağlık sektörü gibi, toplum için kaçınılmaz bir gereklilik olması nedeniyle kendisi için cazip sağlık sektörüne el atıyor. Halkın sağlığı ile oynama pahasına, sağlık hizmetlerinde özelleştirmeyi dayatıyor. İnsan sağlığı rant kapısı haline getiriliyor. Sağlık hizmetleri giderek pahalılaşır ve erişilemez hale gelirken, dar gelirli çalışanlar her zamankinden daha fazla bu hizmetlere erişemez oluyor.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder