28 Şubat 2010 Pazar

İşçi Sınıfı Hareketinin İki Yönü


Tekel işçilerinin direnişi sürüyor. Türk işçi sınıfının tarihe geçecek eylemi yurt içinde ve yurt dışında büyük bir heyecan ve coşku yarattı. Günümüz kapitalizminin derin bunalımının ardından gelen bu eylem sonrasında artık herkes burjuvazinin Türkiye'de ve dünyada gösterilen onca çabaya karşın toplumu yönetemez olduğunu bir kez daha açıkça ortaya koydu.

Tekel işçilerinin eylemi sürüyor. Onlar için bu eylemin başarısı kazanılmış haklarını geri almaları ile ölçülecek. Ne var ki, tüm ülke ve dünya işçı sınıfının gözünde onlar birer kahraman oldular ve daha şimdiden eylemleri başarıya ulaştı. Sesleri tüm dünya çapında, dört bir kıtada yankılandı. Umudunu yitirmiş yitirmemiş geniş kitlelere ulaştı. Tüm işçi sınıfı için olduğu kadar, geleceğini onun öncülüğünde sömürüsüz bir dünya kurulmasında gören tüm emekçiler için bir yol gösterici oldular.

Ancak önümüzdeki günler Tekel işçilerini zor günler bekliyor. Bu eylemin işçi sınıfının güçlü sesini tüm dünyaya duyurmuş olması ile burjuvazi için bir hayli baş ağrıtıcı oldu. Öte yandan ülkenin ve dünyanın içinde bulunduğu durum, henüz Tekel işçilerin yaktığı devrim ateşinin yayılmasına ve yaygınlaşmasına uygun görünmüyor. Burjuvazi için sorun çoktan Tekel işçileri ile sınırlı olmaktan çıktı. Şimdi karşısında tüm işçi sınıfına karşı takınacağı tavrı belirlemek durumunda. Bundan sonra burjuvazinin atacağı hiç bir adım onun için bir yarar sağlamayacak. İşçilerin taleplerini kabul etse de etmese de durum değişmeyecek. Haklarını alırlarsa, artık hak mücadelesinin yolu açılmış demektir. Alamasalar da o zaman artık hak mücadelesini burjuvazinin anlayacağı dilden yapılması gerektiği anlaşılacaktır.

Gerçekte, işçi sınıfı mücadelesinin iki yönü var. İlki esas olarak onun tarih sahnesine çıkışı ve gelişimi sonrasında burjuvazinin karşısına dikilişi ile kendiliğinden ortaya çıkan hareket. Tekel işçilerini de, onlardan önce hak mücadelesiyapan ışçi sınıfının yaptığı gibi. İkincisi ise, zaman içinde bir sınıf olarak varlığının bilincine varması ve giderek mücadelenin salt ekonomik temelde yapılmasının yeterli olmadığını anlaması ve arayış içine girmesi ile geliştirilen mücadele biçimi. Şimdi olduğu gibi, eğer hükümet tavrını değiştirmez ve işçilerin üzerine yürüyerek çadırlarını dağıtmaya kalkarsa işçilerin gündemine böyle bir arayış girecek. Çoğu zaman mücadeledeki kararlılıklarını "ölmek var, dönmek yok" diye dile getirseler de, ölmenin kimsaya yarar getirmeyeceğinin bilincindeler. O zaman giderek artık onlar için ülke içinde ve dışında sadece sempati ve başarı temennisi duyulmadığı, ama gerçekte kendilerinden onlar gibi kararlı ve cesur diğerleri ile bir araya gelerek yeni toplumu kurmak için yol gösterici olmaları beklentisinin farkına varacaklar.

Kapitalizm öncesi toplumun bağrından çıkan üretim ilişkileri içinde doğan işçi sınıfının sermaye ile işbirliği yaparak yeni üretim ilişkilerinin hakim kılınması için yaptığı mücadele; bunu izleyen hayal kırıklığı ve buna hayal kırıklığı ile sermayeye karşı koyuşu… Bütün bunlar, işçi sınıfının kendiliğinden mücadele biçimini oluşturur. İşçi sınıfının katkısıyla da, kapitalist ekonominin yerleşmesi ve tüm toplum ilişkilerine kök salması, bunu izleyen dönemde sermayenin artık işçi sınıfı desteği olmaksızın tek başına toplumda egemenliğini ilan etmesi ve giderek işçi sınıfı ile karşı karşıya gelmesi… İşçi sınıfının kapitalist toplumda kendi konumunu giderek farkına varmaya başlaması, karşı karşıya olduğu emek-sermaye ilişkilerini anlaması ve giderek kapitalist toplumun sıkışması sonrasında sömürü oranlarının an akıl almaz düzeye çıkması ile artık olup bitenler koyu bir sis bulutu ardından yavaş yavaş ortaya çıkmakta ve işçi sınıfı bütün bu sürecin ne anlama geldiğini anlamaktadır. Artık, işçi sınıfı hareketinin ikinci aşaması başlamış demektir.

Gerçekte, işçi sınıfı hareketinin her iki yönü içinde bütün bu olup bitenler, işçi sınıfının gözü önünde gerçekleşir. Her iki aşamada da işçi sınıfının üretim sürecinde yer alışı, üretimin sonucu elde edilen hâsılanın ücret ve kar olarak işçi sınıfı ve sermaye arasındaki paylaşımı aynıdır. Ama bir farkla ki, sınıf mücadelesi içinde yer alan somut olaylar ancak ikinci döneminde işçi sınıfının sübjektif bilincinde yansımaktadır. Artık işçi sınıfı, olayların somut gelişme sürecine dışarıdan bakabilmekte ve kapitalist toplum içinde sermaye karşısında kendi sınıfsal konumunu daha da açık bir biçimde görebilmektedir.

Ancak o zaman kendisinin de bir parçasını oluşturduğu üretim ilişkilerinin kendi iradesine tabi olmadığını anlar. Sadece bunu anlamakla kalmaz, ama aynı zamanda onun insan olarak kendisi ve ailesi ile birlikte toplum içinde var oluşunun; kısaca bir işçi olmanın tesadüfî olmadığı, kendisi gibi işçi sınıfının diğer üyeleri ile ortak bir yazgıyı paylaştığını fark eder. Giderek bu ortak yazgının da tesadüfî olmadığını ve bunun esas olarak onun içinde bulunduğu sınıfa, işçi sınıfına ortak olduğunun bilincine varır.

Üretime işçi olarak katılışının onun tümüyle sosyal statüsüne denk geldiğini farkına vardığı anda, sınıf bilinci gelişmektedir. Ama süreç burada bitmemekte, kendi sınıfsal aidiyet duygusunu tam olarak kavrayabilmesi için üretim sürecinde doğrudan ilişkiye girdiği sermayenin de bir sınıf olarak karşısında durduğunu fark etmesi gerekmektedir.

Sermaye sınıfının varlığının keşfi, aynı zamanda işçi sınıfı ile sermaye sınıfı arasındaki sınıfsal ilişkilerin niteliğini de ortaya çıkartır. Bu ilişki, zamanla işçi sınıfının ilk aşamada kendiliğinden hareketi döneminde birbirlerini destekler ve geliştirirken, ikinci aşamada, yani artık sermayenin kendi rüştünü ispatlaması ve emek üzerine tam hâkimiyet tesis etmesi ile onu sonuna kadar sömürmesi sonrasında birbirlerine zıt yönde geliştiğini de fark etmektedir.

Artık, sınıfsal bilinci tam olgunlaşmış iki sınıfın diyalektik karşı karşıya gelişi kaçınılmaz olacaktır. Bu çelişki, sadece üretim ilişkilerinin sergilendiği altyapı ilişkilerinde ortaya çıkmakla kalmaz. İşçi sınıfı, üretim ilişkilerinin belli aşamasında artık bu ilişkilerin ifadesini bulduğu üst yapısının, yani kapitalist üretim tarzının, artık o toplumun ihtiyaçlarını karşılayamadığını fark eder. Kapitalist üretim tarzında sermaye sınıfı zenginleşmeye devam etmektedir; ama işçi sınıfı tam tersine giderek yoksullaşmaktadır.

Bu yoksullaşmasına karşı durmaya çalışan işçi sınıfı sermaye tarafından engellenmekte, ekonomik mücadelesi karşı çıkılmakta, kurduğu sendikaları baskı altına alınmakta, sendika üyelikleri zorlaştırılmakta, sendikalı olanlar gerekçesiz işten atılmakta ve zaten giderek yoksullaşan işçi sınıfının sermayeye karşı ekonomik mücadele araçları da elinden alınarak daha da yoksullaşması istenmektedir.

Bu arada işçi sınıfı, kendi koşullarının giderek kötüleşmesi ve ekonomik mücadele araçları ve bunu izleyerek siyasi faaliyet olanaklarının elinden alınmaya çalışıldığını fark ederken, aynı zamanda da sermaye sınıfının egemen olduğu kapitalist toplumda sadece ekonomik buhran, bunalım, durgunluk, vs. gibi maddi hayatın üretilmesinde değil, ama aynı zamanda da toplumun hukuki, siyasi, dini, artistik ve felsefi üst yapısının de sarsılmaya başladığını gözlemlemektedir. Kapitalizmin emperyalist aşamasının son evrelerinde, uluslar arası hukuk kurallarını hiçe saydığı, kendi burjuva demokrasisi içinde militarizmden faşizme kadar her türlü baskı rejimine başvurmaya yöneldiği, dini yeniden hortlatarak doyuramadığı insanlarına cennetleri vaat etmeye kalktığını ve bir zamanlar insanlık projesi ile modern anlayışın savunuculuğunu yaparken, şimdi insanın kimlik bunalımını öne çıkartan, onu yalnızlaştıran, giderek kendini sorgulayan dengesiz kişilikler yaratarak toplumun sorgulanmasını ve idealist düşünce yapısının geliştirilmesine engel çıkartılmaya çalışıldığını fark eder.

Artık kapitalizmin dünya çapında sarsılmaz olduğu söylenen süper güçlerinin en gelişmiş kitle imha silahları ile masum halklara saldırması ve milyonlarcasını katletmesine rağmen bu yenilmezliğinin halkın iradesi karşısında lime lime olduğunu görür.

Bu arada, bütün bu dünya çapında yaşanan gelişmelerin temelinde yatan çelişkileri, kendi somut dünyasında da aynen yaşanmaktadır. Büyük bir ülkenin süper güç olarak ortaya çıkmasının ardından ona sadece yürekleri ile direnen halkın başarısını izlerken, aynı yürekli direnişini kendi işyerinde patrona karşı gösterdiği mücadele azmi, sınıf dayanışması ve kardeşliği ile de sağlanabileceğini görmektedir. Bu bilinçlilik, artık işçi sınıfını dünyayı cenderesine alan süper güçlere karşı çıkmak ve ona haddini bildirecek hareketi başlatmak kararlılığına götürecektir.

Ama işçi sınıfı, mücadelenin uzun soluklu olacağını da bilmektedir. Kapitalist dünya sisteminin, bir oluşum olarak bütün kartlarını ortaya koyarak kendini savunacağını, ama kaçınılmaz olarak sahip olduğu bütün savunma mevzilerinin bir gün gelecek çökeceğini bilmektedir. Bu an geldiğinde de işçi sınıfı, kaçınılmaz olarak tarih sahnesine çıkan yeni toplumu kurma sürecinde kendisinden beklenenlerin, sermaye sınıfı ile örneğin, bir grev eyleminde patron ile karşı karşıya gelişinde verdiği mücadeleden pek farklı olmayacağını bilmektedir.

Üstelik bu mücadelede, kendisinin yalnız olmadığını, en zengin kapitalist ülkelerde, örneğin küresel süper güce ulaşmış ülkelerde bile işçi sınıfının emek sömürüsünden her geçen gün kendisine düşen payın azaldığını, bunun sonucu olarak da her geçen gün bir önceki güne kadar kendisine verilen ücretin satın alma gücünün azaldığını, bu durumun işçi sınıfı içindeki huzursuzluğu sürekli tırmandırdığını, bu nedenle işçilerin sendikalarından daha radikal önlemler alma talebinde bulunduğunu, sendikaların bu taleplere karşı yeni eylem planları ve ulusal düzeyde daha yaygın ve bütünleşik sendikal örgütlenme arayışına girdiğini görmektedir. Örneğin, süper güçlerdeki emek hareketine nefes aldırmayan uygulamalara öykünen Avrupa ülkelerinde de aynı taktiklerin uygulanmaya başlandığını ve son yıllarda bu ülkelerde reel ücretlerin yıldan yıla azalma gösterdiği ve ancak böylelikle Avrupalı kapitalistlerin küresel rekabete karşı ayakta durabilecekleri, yoksa Çin, Hindistan gibi yükselen piyasalar karşısında Avrupa kapitalizminin gün be gün kan kaybedeceğini, fark etmektedir.

Artik emperyalist süper güçlerin ittifak oluşturarak canavarca saldırdıkları ve çoluk çocuk gözetmeksizin katliam ve soykırım uyguladıkları Afganistan ve Irak’ta yenilmekte olduğunu ortadadır.

İşçi sınıfı, sermayenin ne kadar semirmiş, zenginleşmiş, gözü dönmüş ve “demokrasi ve insan hakları” yutturmacasını bıkmadan yinelemelerine karşın tümüyle insanlıktan çıkmış olduğunu ama buna rağmen yine de halkların direnci karşısında gerilemekte ve bu nedenle kapitalizmin sonunun kaçınılmaz olduğunu açık bir şekilde görmektedir.

Bu işçi sınıfını hareketinin ikinci yönünde artık işi daha da sıkı tutulması gerektiği anlayışına hızla yaklaştırmaktadır.

K. Marx’ın dediği gibi, problemin kendisi ancak çözülmesine yarayacak maddi şartlar esasen mevcut olduğu veya hiç olmazsa oluşum halinde bulunduğu zaman ortaya çıkacaktır. Bu maddi şartların hızla işçi sınıfının lehine gelişmekte olduğuna kuşku yoktur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder