2 Kasım 2010 Salı

Marksist Siyaset ve Kürt Sorunu - I

Kürt haklarının anahtar rol üstlenebileceği bir coğrafyada emperyalistlerin güç merkezleri oluşturma siyaseti bağlamında gündeme gelen, ama henüz çözüm ile ilgili henüz açıklığın sağlanamadığı Kürt sorunu şimdi güçler ayrılığı ilkesinin rafa kalkması ile tümüyle burjuvazinin kayıtsız şartsız iradesi altına girdi.

Yine de çözümün Türkiye’de yaşayan Kürtleri memnun etmesi beklenmiyor. Ya da en azından çıkacak karar Kürtlere benimsetilmiş olsa bile, irade olmasına karşın burjuvazi arasında uzlaşmanın nasıl çözümleneceği belli değil. Ama kesin olan bir şey var ki, bugün büyük çoğunlukla burjuvaziden yana görünen sıradan Kürt vatandaşlar olacak bütün bunlardan en zararlı çıkacak olan.

Öteden beri Türkiye’de sol hareketi içinde farklı kesimlerin Kürt sorununa yaklaşımı adeta bir kırmızı çizgi anlayışı ile açıklanabilir. Sol hareket, anti-emperyalist tavrını kendisi için ayırt edici gördüğü Kürt halklarının özgürlüğü kavramına endeksliyor. Sorun halk ile bağlantılı olduğunda, bununla ilgili sol söylem “ezilen halklar” olgusunun üzerinde durmak ve bunun Marksist açıdan değerlendirmekte yarar var.

Marksizm, burjuvazinin eski düzene kıyasla çok daha yoğun, kapsamlı ve utanmaz bir sömürü düzenini getiriyor olmasına karşın bunu tarihsel gelişimin kaçınılmaz bir sonucu olduğundan hareketle onu olumlar bir tutum içindedir. Farklı etnik kökenlere sahip halkların ulusal sınırlar içinde bir araya gelerek ulusal birlik oluşturmalarını bu tarihsel süreç içinde gerekli ve zorunlu bir durumdur. Bu kaçınılmaz olarak ulus içindeki halkların bir dağılma ve erime; ya da kısaca asimile olmasını içerir. İşte bu nedenle F. Engels, 1848 yılı başlarında barış ve özgürlük dalgası estiren işçi sınıfının ayaklandığı dönemde Slav halklarının özgürlüğü savunanları hayal görmekle suçlamıştır. R. Luxembourg da, Lenin’in ulusların kaderini tayın hakkı ilkesinin içi boş bir söylem olduğunu ileri sürmüştür. Belli ki bu sadece tarihin akışını geri döndürmek değildi. Ukrayna ve Baltık halklarının ulusal birlik sağlamaları onların eninde sonunda Alman militarizminin emrine girmekten kurtulamayacaktı. Burada Luxembourg, Uluslaşma sürecinin fiziki sınırları için de bir kıstastan söz eder gibidir.

Aradan geçen zaman, Marksist ulus yaklaşımını haklı çıkardı. Yahudiler, onca eziyet ve soykırıma tabi olmalarına karşın ulus olmayı beceremediler. Irkçı yaklaşımları onları siyonizmin batağından ve ABD’nin vesayetinden kurtaramadı ve hala ulus olamadılar. Slav ve Baltık ülke hakları hep büyük ülkelerin peşine takıldılar. Dün olduğu gibi, bugün de makûs talihleri bunun dışına pek çıkamadı. Büyük Avrupa ülkelerinin koruması ve kollaması olmasa gelecekleri tam bir karanlık içinde olurdu.

Marksizm’ ulus bağlamında Doğu sorunu olarak bilinen ve başta Rusya, Osmanlılar, vs. gibi o dönemde hala daha feodal yapısını sürdürmekte olan ülkelerdeki siyasi mücadele ile ilgili hiç hayal kurmadı. Bu ülkelerde kapitalizm emekleme aşamasındaydı ve proletarya hareketleri göstermelik nitelik taşıyordu. Bu ülkeler kapitalizmi yaşamak zorundaydı.

Ne var ki, Plehnahov buna daha pratik bir çözüm getirecekti: Rusya’da aşamalı bir devrim gerçekleştirilecekti. Onu izleyen Lenin’e göre proletarya, uyuşuk Rus burjuvazisinin feodaliteyi devirmesine yardım edebilirdi.

Lenin, Plehanov’un bu görüşünü daha da geliştirecekti. 20. Yüzyılın başında Rusya’da esas itibarı ile kapitalist üretim zaten hakim üretim niteliğini kazanmıştı. Ama Lenin, yine de Plehanov’a karşı çıkmadı, aşamalı devrimi benimsedi. Rusya kapitalist olmuştu. Ama feodaller egemendiler. Proletarya, kapitalizme demokratik devrim ile katkı sağlamalıydı.

Plehanov’un ortaya attığı, daha sonra da Lenin’in geliştirdiği demokratik devrim sloganı, bir daha gündemden düşmeyecek ve bir biçimde sınıf hareketinin önüne bir engel niteliğinde ısıtılıp gündeme getirilecekti.

Parçalanarak ulus olmak hayal

Uluslaşma süreci geride kaldı. Bu dönem bitti. Şimdi yerini ulusların parçalanması ve vesayet altına girmeleri dönemi. Sosyalist sistemin yıkılmasının ardından yaşanan sürecin adı bu. Hemen ardından ilk adımda koca Yugoslavya parçalandı. Son olarak Kosova’nın bağımsızlığı(!) ile ortaya çıkan devletçikler hepsi kukla devlet niteliğinde. Hepsi siyasi ve ekonomik yapıları sırasıyla metropol ülkelerin ve uluslararası sermayenin desteği ile ayakta duruyor.

Uluslaşma insan topluluklarının tarihin belli bir döneminden sonra ileriye doğru adım atmaları için kaçınılmaz bir süreci anlatıyor. Ortak tarihi, kültürel ve bölgesel özelliklere sahip uluslar, bir araya gelerek çoğu zaman hakim ulus öncülüğünde bir araya gelerek ittifak yapıyor ve birlik sağlanıyor. Böylelikle oluşan büyük pazar ile ekonomik büyüme ve kalkınma hızlı bir ivmelenme sürecine giriyor.

Uluslaşma tarihsel, doğal ve kaçınılmaz bir süreç olmasına karşın, tersine halkların ulustan ayrılarak parçalanarak etnik ulus haline gelmeleri o ölçüde yapay, zorlama ve geleceği belirsiz bir durum.

Yugoslavya’nın ulus devlet olarak öteden beri kışkırtılan etnik sorunları, sosyalist sistemin yıkılması ile birlikte daha açık ve fütursuzca kışkırtılmaya başlandı. Ulus olarak yakınlıkları dolaysıyla Hırvat kökenlilerin her bir girişimi Almanya tarafından açıkça desteklendi. Parçalanma süreci, tümüyle AB destekli gerçekleşti. Son nokta da Avrupa semalarında uçan NATO savaş uçaklarının bu ülke insanlarının tepesine bomba yağdırması ile konmuş oldu.

Çok belirgin bir örnek de Irak. Kuzey Irak tümüyle ABD vesayetine girdi. Ülkenin geri kalan iki parçalı yapısının huzura kavuşması için yıllar sürecek.

Kürtler bunu istiyor. Vesayet sistemi özerklik taleplerini izleyecek siyasi çözüm olacak. Ama bu yol çok tehlikeli. Kuzey Irak örnek alınıyor belki. Ama bu doğru değil.

ABD'nin bir ülke veya bölgeye girişi, hiçbir zaman o ülke halkları veya etnik grupların yüzü suyu hürmetine olmuyor. Bu tür ABD askeri varlığı onun jeopolitik stratejileri doğrultusunda belirleniyor. Bu stratejiler durağan değil; tam tersine Pentagon’un binlerce uzmanı tarafından dünyanın dört bir tarafındaki gelişmeler göz önüne alınarak çiziliyor. Askeri konuşlandırmalar bir anda değişebiliyor. ABD varlığı bir anda ülkeyi terk edebiliyor ve geride kan ve gözyaşları içinde bir ülke bırakabiliyor.

Israrla Türklerden ayrılık isteyen Kürt halklarını böyle bir vesayet ve ardından değişecek güç dengelerine iplik ile bağlanmış bir belirsiz bir gelecek bekliyor.

Göstermelik hedeflerle yürütülen mücadele

Gerilla mücadelesine katılan ve kendini Marksist ve Leninist gören pek çok örgütün yaptığı gibi, PKK da sözüm ona feodaliteye karşı mücadele bayrağı açtı. 1979 yılında yapılan PKK kongresinde a silahlı mücadele ve silahlı eğitim için örgütlenme kararları alındı. Sesini duyurmak için bölgede güçlü olan bir toprak ağasına saldırdı.

Aşamalı devrim ve demokratik devrime verilen öncelik, işçi sınıfının siyasi hareketine büyük bir zarar verirken, aynı zamanda onun ideolojik mücadelesi için de çok ciddi bir engel olarak ortaya çıkar. Demokrasi için mücadele, sosyalist demokrasi için değil, ama burjuva demokrasisi için yapılan mücadeledir.

Bir kere demokrasi için mücadele meşru kılındıktan sonra, bu zımnen burjuva demokrasisinin genişletilebilir, sınırları kaldırılabilir bir nitelik taşıdığı anlamına gelir. O halde, sosyalizm için mücadele etmeye, illa sosyalist demokrasiyi kurmak için proletarya diktatörlüğünü kurmaya gerek yoktur. Nasıl olsa, demokratik mücadele meşrulaştırılmıştır ve demokratik özgürlüklerin sağlanması ile amaç hasıl olacaktır.

Görüldüğü gibi, bu gerçekte demokratik mücadelenin meşrulaştırılması değil, ama burjuva demokrasisinin meşrulaştırılmasından başka bir şey değildir.

Lenin, çok haklı olarak Rusya’da burjuva devrimini yapan ve burjuvazinin önünü açan Rus proletaryası için yeni hedefler belirlenmesi gerektiğini görüyordu. Şubat burjuva devriminden sonra, proletaryanın burjuvazinin projesine katılmasını bekleyemezdi. Bundan sonra, Nisan Tezleri ile proletaryaya sosyalist devrim hedefi gösterdi. Çok geçmeden Lenin, Nisan Tezleri ile sosyalist devrim için proletaryanın önüne koyduğu sosyalist devrim tezini bir kenara bırakarak, ana hatlarını Devlet ve Devrim ortaya koyduğu proletarya devleti modelini ortaya attı. Bu model, artık bir burjuva devleti niteliğini kazanmış Çarlık devletini olduğu gibi koruyup, onu ters yüz ederek çok kısa bir zaman aralığı sonrasında bu sefer proletarya devleti haline getiriyordu.

Lenin, çarın devlet mekanizmasına çift katlı deli gömleği geçirmek istiyordu. Onu ilk önce burjuva devlet aygıtı yapacak, sonra ters yüz edip ona proletarya devleti gömleğini giydirecekti.

Marx ve Engels bütün bunların tutarsız olduğunu uzun yıllar önce söylemişti. Sorun sadece kapitalizmi yaşatmak değil, ama onun kendi doğal mecrasında yaşamasını sağlamaktı.

Marksizm ve ulusal kurtuluş mücadelesi

Emperyalizm, günümüzde, dünya çapında egemenliğini sürdürmek için bütün gücü ile dünya devrimci hareketinin bunalımlarını işliyor ve değerlendiriyor.

Uluslararası sermayenin dünya çapında egemenliğini sürdürmek için önemli bir araç haline gelen etnik kışkırtma da, dünya devrimci hareketinin tıkandığı noktalarda hayat buluyor.

Kürt sorunu bağlamında etnik köken, ezilen halklar, vs. gibi nasıl tanımlanırsa tanımlansın, gündeme gelen sorunlar; özünde uluslararası sermayenin bu topyekün saldırısı koşullarında ele alınması gereken, oldukça hassas bir sorunlar olarak görülmeli ve değerlendirilmelidir.

Marksistler, ulusal kurtuluş hareketlerini destekler; ama bu desteğin zamanı ve zemini vardır. Ulusal mücadele, işçi sınıfı partisi programı içinde yer alıyor olabilir; bu durum tümüyle işçi sınıfının burjuvazi ile mücadelesinde temel olan emek sermaye çelişkisi yanı sıra, demokrasi ve insan hakları için, işçi sınıfının nihai hedefinde yönelik yürütülür ve bu herhangi bir özel durum yaratmaz. Mücadele, bizde olduğu gibi, farklı bir siyasi parti içinde yapılıyorsa, iki durum söz konusu olabilir; ulusal kurtuluş ve demokrasi için mücadelenin temel olduğu feodal yapıda, sınıf partisi, bu parti ile ittifak yapar; ama yok bizdeki gibi olduğunda bu harekete yakınlık gösterir; kimi zaman ortak davranır; ama her iki durumda da ona karşı siyasi tavrını koyar. Tek farkla ki, faşizm döneminde – bu yakınlık demokrasi için mücadele doğrultusunda yukarıda belirtilen ittifak durumundan farklı olarak bir ortak cephe içinde işbirliğine dönüşür.

Yukarıda belirtilen ayrımların ortaya konması açısından, kimilerince ileri sürülen “Kürt hareketinin başlangıçta devrimci nitelik taşıdığı, ama zamanla bu niteliğini kaybederek sağa kaydığı” değerlendirmesi, en başta sınıfsal tavır olarak yanlıştır.

Başlangıçta, 1960'lara varan süreçte harekete kaynaklık eden görüş, Türkiye'de hakim yapının feodal-mütegalibe olduğu ve buna karşı ulusal kurtuluş mücadelesi yapılması gerektiği idi. Bu çizgi, işçi sınıfı hareketi dışında olan ve bir zamanlar çok geniş bir taraftar kitlesine sahip Maoculuğa kadar uzanan geniş bir kesimin küçük ayrıntılarla ortak paydasını oluşturmaktaydı. Her ne kadar mevcut düzene aykırı görünüyor "sol" olarak nitelenebilecek uç mücadele biçimleri öneriliyor idiyse de, sonuçta hakim ideolojini karşısına almaması açısından, o günün koşullarına göre devrimci nitelik taşımıyordu.

1980 yıllarına kadar yasal düzeyde sürdürülen ve kaçınılmaz olarak gerileyen bu hareketin bundan sonra alacağı biçim de var olmak ve ayakta kalabilmek için gideceği son uğrak olacaktı. Bizzat hareketin liderinin itiraf ettiği gibi, Kürt hareketinin yükselişine kadar bu hareketin Türkiye’de ciddi bir tabanı olmamıştı. İzlenen siyasetin ulusal düzeyi terk etmesi bile tek başına onun başarısızlığının bir kanıtıdır. (Devamı edecek).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder