1 Kasım 2010 Pazartesi

Nobelli Savaş Kışkırtıcısı Arabulucu

Her zaman olduğu gibi bu sefer de kural değişmedi. Sabırla beklediler, Türkiye’de uygulamaya soktukları planın meyvelerini toplamak için. Uluslararası medya çevrelerinde adını sık sık sözde demokrasi yanlısı olarak andılar. Kucak açtıkları fesat odağının her türlü propoganda, destek, katkı ve yönlendirmesini, olur olmaz yöntemlerde dini duyguları sömürerek sorunu hayat memat meselesi olarak yansıtıp insanların zihinlerini çeldiler. Devlet olanaklarını sonuna kadar kullanmalarına kimi zaman akıl hocalığı yaptılar, kimi zaman da özgür iradenin baskı altına alınması, tehditler savrulması şantaj yöntemleri uygulaması gibi en sıradan ve demokratik toplumlarda hiç olmadık baskı uygulamalarını gözardı ettiler.

Sonunda, herşey çoğu zaman olduğu gibi planladıkları gibi gerçekleşti ve hemen ardından bu tür bulanık sularda balık avlayan deneyimli, kendilenden menkul satın alınmış zavallı kişilikleri “akil adamlar” yaftası ile, Türkiye’yi bölmek için bir adım daha atmak amacıyla gönderdiler.

Nobel ödüllü olarak yansıtılan, orda burda çeteci yapılanmaların elinde kalmış grupları besleyerek renkli karşı-devrimlere imzasını atan Soroz’un has adamı, savaş kışkırtıcısı ve bölücü başı Ahtisari’yi “eteşkes uzatılsın” sözleri ile ortalığı bulandırmak için seçtiler.

Tıpkı Yugoslavya’yı bölmek için görevlendirdikleri gibi. Tıpkı dünyanın dört bir yanında, Namibya'da, Endonezya’da, K. İrlanda’da ve Irak’ta emperyalistlerin çıkarlarına yaptığı hizmetlerdeki gibi, dünya ve ülke medyasına sanki Türkiye’de teröristler taraf imiş ve karşılıklı bir resmi ateşkes uzlaşması imzalanmış da, bunun uzatılmasının sorunun çözümü için kaçınılmaz olduğu dile getirilmeliymiş gibi.

Ahtisaari’nin ne uluslararası platformlarda çatışmalarda arabuluculuk işlevi üstlendiği var, ne de Nobel ödülüne layık olacak bir olumlu katkısı var barışa.

2008 yılında, bölgesel savaş bulutlarının yeni bir soğuk savaşı andıracak düzeyde şiddetlendiği bir dönemde barış için çok küçük de olsa yapılacak bir katkı çoktan heba edilmişti zaten. 2008 yılı Nobel barış ödülü, bir kez daha barışa hizmet etmek bir yana, emperyalistlerin Yugoslavya’yı boydan boya bölerek parçalarına ayırdığı, yaratılan mikro-devletler ile tüm dünyada etnik esasa dayalı devletlerin ortaya çıkması ve ulus devletlerin parçalanması sürecini hızlandıracak girişimlerine alet olan biri, Finlandiya eski cumhurbaşkanı Matti Ahtisaari’ye verilmişti.

Norveç Nobel komitesi tarafından yapılan açıklamada, bu yılki barış ödülünün "30 yılı aşkın süredir birçok kıtada uluslararası çatışmaları çözmek için büyük çaba harcadığı" için verildiği belirtildi. Bu başarılı çalışmaları nedeniyle, Ahtisaari, Nobel diploması yanı sıra, 2 milyon TL değerinde ödül sahibi edilmişti.

Şimdi de belli ki Türkiye’ye Kürtlerin ayrılması için ilk ciddi adımların atılması ile ilgili planı getirmiş olsa gerek. Basına yansıyan görüntülerinde ileri yaşlarda, aşırı kilolu, beli bükülmüş haliyle adeta topallar gibi, ama büyük bir kararlılıkla oturup kalkmasına bakılarak, bu misyonu için bir hayli yüklü ödeme almış olmalıdyı.

BM’in Kosova Özel Temsilcisi sıfatıyla onun nihai akıbeti hakkındaki kararı, hiç de bölgede yaşayan Kosovalı Arnavutlar ile Sırp azınlık arasında barışçı çözüm sağlama adına vermemişti. Söylendiğine göre, Ahtisaari, Kosova’ya bağımsızlık önermesi için 40 milyon Avro rüşvet almıştı.

Haberi veren Bosna-Hersek’in Sırpların yönetiminde olan Banyaluka kentinde yayınlanan Fokus dergisine göre, Ahtisaari’nin rüşvet aldığı konusunda BM Genel Sekreteri'ne bir rapor sunulmuş. Bu raporun rüşvet iddialarını doğruladığı belirtiliyor. Sırp medyası, ayrıca Ahtisaari'nin Kosovalı iş adamı Behçet Pacoli’den ayrıca 2 milyon Avro daha rüşvet almış. İddialar Sırp kaynaklı da olsa, Alman istihbaratı tarafından da teyit edildiği söyleniyor.

Ahtisaari planı uygulanmış değil ki ödüle layık olsun?

Ahtisaari, BM özel görevlisi olarak Kosova’nın statüsü konusunda Sırp ve Kosovalı Arnavut yetkililer arasında doğrudan görüşmelerde aracılık yaptı. Ancak her iki tarafın “taban tabanı zıt” tutumlarında bir değişiklik olmadı. Bunun üzerine Mart 2007’de Ahtisaari, Kosova’ya uluslar arası denetim altında bağımsızlık verilmesini öngören, ama görüşme taraflarının kesinlikle katılmadığı çözüm önerisini BM Genel Konseyi’ne sundu.

Ancak bu süreçte, ilginç bir durum sözkonusu. BM adına bir arabulucu görevi olmasına karşın, dünya kamuoyunda Ahtisaari’nin Kosova’nın statüsü üzerinde nihai karar verme yetkisi varmış gibi yansıtıldı. Kamuoyu, merakla Ahtisaari’nin karanına odaklandı. Oysa bu kesinlikle doğru değildi; bir arabulucu olarak BM’in temsilcisinin görevi taraflar arası görüşmeleri başlatmak ve nihai aşamada gelinen durumu BM’e rapor etmektir. Nihai karar BM Genel Konseyi’ne aittir.

Nitekim Ahtisaari’nin verdiği karar, Kosova’nın bağımsızlığının tanınması olarak duyuruldu. Oysa kesinlikle böyle bir durum söz konusu değildi ve nitekim Ahtisaari’nin arabuluculuğu taraflar arasında “taban tabana zıt” görüşlerde bir değişiklik yaratamadığı gibi, tümüyle tek yanlı düzenlemiş olduğu rapor da Güvenlik Konseyi tarafından reddedildi.

Kısaca, uluslar arası barış görüşmeleri açısından Ahtisaari, taraflar arasında konu ile ilgili hiçbir ilerleme sağlayamadı. Barışa bir katkı yapmadığı gibi, taraflar arasında hiçbir uzlaşma ve anlayış tesis edilmeksizin tümüyle tek yanlı bir rapor düzenledi. “Barışı sağlama” adına yanlı bir tutum takınmış olması da arabuluculuk anlayışına tümüyle aykırı bir tavır sergiledi.

Eğer bir görüşmede taraflar arasında bir yakınlaşma olmadı ise, arabulucunun görevi başarısızlıkla sonuçlanmış demektir ve böyle bir arabuluculuk sürecinden bir sonuç çıkartılmamalıdır. Bu koşullar altında Ahtisaari’nin Kosova’nın bağımsızlığı doğrultusunda görüş bildirmesi kesinlikle düşünülemez

Barışa değil, gerginliğin tırmandırılmasına katkı

Kosova’nın statüsünün belirlenmesi sürecinde, Ahtisaari’ye Nobel barış ödülü kazandıracak bir adım atılmadı. BM’nin özel temsilciliğinin yaptığı çalışmalar BM Güvenlik Konseyi tarafından reddedildi. BM özel temsilciliğinin çabaları boşa gitti. Ahtisaari ve onunla birlikte BM özel temsilcilik faaliyetlerinde yer alanlar için yapılan harcamalar BM bütçesinde "fuzuli giderler" hanesine yazıldı.

Ama NATO; Ahtisaari’nin bu tek yanlı kararına dayanarak, BM Güvenlik Konseyi kararını da hiçe sayarak ve hatta Kosova konusunda BM’in başarısız olması üzerine konuyu tekrar ele almak için kurulan AB-ABD-Rusya Troykasının olası çabalarını da beklemeden Kosova’da tek yanlı olarak bağımsızlık ilan etti.

Kısaca Nobel Barış Ödülü sahibi Ahtisaari, BM özel temsilcisi olarak barışa katkı sağlamak şöyle dursun, BM teamüllerine aykırı bir kararın altına imza atarak NATO’nun BM’in kararını umursamaksızın Kosova’da tek yanlı girişimde bulunmasına zemin hazırladı ve bölgede gerginliğin eskisine kıyasla daha da yükselmesine yol açtı.

Ahtisaari, Kosova’nın bağımsızlığı yönünde inisiyatif gösterip karar alarak Güvenlik Konseyi’ne ait bir yetkiyi gasp etti ve kendini BM Güvenlik Konseyi yerine koydu. Ama Konsey, buna rağmen Ahtisaari’nin aldığı kararın tersi yönde karar aldı. Gerçekte bu tutumuyla Ahtisaari, BM iradesini hiçe saymış ve kendisine verilen “arabuluculuk” yada “elçilik” görevini suiistimal etmiş oldu.

Belki de ilk defa bir BM Özel Temsilcisi, BM’in aldığı bir kararın çöpe atılmasına neden oldu.

Ahtisaari’nin bile bile lades demesi

Ahtisaari’ye Kosova statüsü ile ilgili tutumu, hakkındaki rüşvet iddialarını kanıtlar nitelikte. Çünkü BM görevlisi olarak üstlendiği sorumluluk ve yetkisi belli iken, tümüyle bir NATO dayatması olarak gündeme getirilen Kosova Bağımsızlığı süreci ile ilgili tarafların tutumu ve olası BM Güvenlik Konseyi görüşmeleri ve kararları ortada iken, yine de bağımsızlık doğrultusunda karara varmasının ardında bir başka makul neden bulmak mümkün değil.

BM kararları, veto yetkisine sahip Konsey üyelerinin denetimine tabi. Veto yetkisine sahip Rusya’nın tutumu açıklıkla biliniyor ve bağımsızlık yanlısı bir kararı veto edeceği kesinlikle ortada olmasına karşın, Ahtisaari’nin irade beyan edip bağımsızlık kararı alması, esas olarak NATO’nun kararına bir bahane oluşturmak amacını taşımaktadır.

Ahtisaari, özel elçilik görevi ile BM adına değil, ama NATO menfaatine çalışmıştır ve anlaşıldığı kadarı ile bunun bedelini de banka hesaplarında hatırı sayılır artış ile elde etmiştir.

Soroz sürecin nabzını tutuyor

Matti Ahtisaari, Nobel Barış ödülü ile bir kez daha kamuoyunun gündemine girdi. Haber dünya ajanslarında ve önde gelen basın kuruluşlarında hacimli bir yer işgal etti. Ama bütün bunların şaşırtıcı ve hatta haber niteliğini bile taşımadığı görülecektir. Ama bütün bu gelişmelerde yine de haber niteliğini taşıyan bir yan bulunmaktadır.

Matti Ahtisaari’nin ünlü para babası G. Soroz’un has adamı olduğu anlaşılıyor. Matti Ahtisaari, Uluslar arası Kriz Grubu (ICG) adlı sivil topluk kuruluşunun başkanlığını yapıyor. Yönetiminde uluslar arası ticaret odası, senatörler, bakanlar, Arap şeyhi H. Bin Tallal, vs. yanı sıra G. Soroz yer alıyor.

Bir Soroz kuruluşu olan ICG, Yugoslavya’nın parçalanma sürecinde başrolü oynuyor. Doğrudan M. Ahtisaari tarafından oluşturulan Kriz Çözüm Girişimi (CMI), başta BM olmak üzere, tüm kuruluşlar adına Yugoslavya operasyonu ile ilgili uluslar arası trafiği elinde bulunduruyor. Kısaca Yugoslavya’nın parçalanması operasyonunda NATO askeri gücü temin ederken, Soroz ve has adamı Ahtisaari de onun tüm idari yönetimini üstleniyor.

ICG, Soroz’un bizzat yönetiminde yer aldığı bir sivil toplum kuruluşu olarak 1995’te kuruluyor. Kuruluş merkezi Brüksel. IGC esas olarak kriz bölgeleri ile ilgili incelemeler yapıyor. Bu incelemeler sonrasında karar vericilere somut siyasi çözümler üretiyor. Öylesine ki, IGC’nin adamları BM’in iradesinin üzerine çıkarak inisiyatif kullanabilecek gücü kendilerinde görebiliyorlar.

IGC’nin dünyayı avuçlarında tuttuğunu görmek için, resmi sitesi www.crisisgroup.org sitesine bakmak yeterli. Ekim 2008 itibarı ile dünyada 8 bölgede iyiye, 2 bölgede de kötüye giden toplam 10 kriz bölgesinin olduğu söyleniyor.

Rüşvet mi görev tazminatı mı?

Nobel komite başkanı’nın neden M. Ahtisaari'nin ödüle layık görüldüğü konusunda yaptığı “kıtada uluslar arası çatışmaları çözmek için büyük çaba harcadığı” açıklaması, ilk bakışta insanda takdir duyguları uyandırabiliyor. Ama onun Soroz’un adamı olduğunun ortaya çıkması, bu çatışmaları kimin için “çözümlediği” ve hakkındaki rüşvet iddialarına konusunda açıklayıcı oluyor.

Google sayfalarında 13 bine yakın atfa rağmen bunun rüşvet değil, ama bir görev adamının hak ettiği görev tazminatı olduğu düşünülmelidir. Çünkü anlaşıldığı kadarıyla, karar baştan bellidir ve bunun rüşvet verilmiş olsun olmasın değişmeyeceği bellidir. Ama bu Ahtisaari’nin Nobel’i hak etmediği gerçeğini değiştirmez. Sadece bütün bu çabalarının Nobel barış ödülüne layık olmaya yetmeyeceğini ortaya koyar.

Şaka bir yana, rüşvet iddialarının sadece Sırp kaynaklı olmadığı söyleniyor. Ahtisaari’nin Kosova mafyasından para aldığı savını Alman Gizli Servisi’nden Küresel Bilgi Sistemi raporlarına kadar çeşitli kaynakların teyit ettiği söyleniyor. Bunların görsel ve yazılı medya içine yansımamasının nedeni de açık.

Nobel ödülleri hiç işe yaramaz mı?

Eğer bir barış ödülü verilecekse, buna hak edecek kişinin M. Ahtisaari’den çok onun patronu G. Soroz olmalıydı. Çünkü ölçü zaten kaçmıştır ve G. Soroz’un kendi hesabına çalışan bir iş adamı kimliği de böylesi ilkesizlik içinde hiç de göze batmayacaktır.

Bundan önce barış adına ödül alanlar arasında dişe dokunur bir profilin olmayışı dikkati çekiyor. ABD Başkan Yardımcısı Al Gore, görevi zaten barışı sağlamak olan K. Annan, muhalefeti kime yaradığı belli İranlı Ş. Ebadi bunlar arasında. G. Kore lideri K. D. Jung, K. İrlanda’lı politikacılar, yada eski ABD başkanı J. Carter, barış için en prestijli ödülü alacak ne yapmış olabilirler?

Nobel ödülünü kazananların büyük çoğunlukla Batılılardan çıktığını söylemeye gerek yok. Ama hiç olmazsa bu ödülü koyan A. Nobel’in vasiyeti tutulsun ve örneğin eğer Kosova için bir katkı yapmış olduğu düşünülüyor ise ödül G. Soroz'a verilsin; yada J. Carter'e verilecekse, bunun gözü dönmüş emperyalizmi dizginlemiş olduğu için olduğu söylensin.

Ödül uluslar arası barışa katkı yapmıyor

Yugoslavya’nın etnik bileşenlerini esas alan parçalanması, son olarak Kosova’nın bağımsızlığı ile tamamlandı. Bu süreç, tüm dünyada ayrılıkçı hareketlerin fitilini ateşleyecek bir gelişme niteliğini taşıyor. Bu yüzden, Nobel komitesinin A. Ahtisaari’ye bu süreci durdurmak yerine başlatması için verdiği ödül, barışa hizmet etmeyecek. Tersine ödül, uluslar arası düzeyde barış karşıtı fitne güçlerinin işine yarayacak. Kosova’da olduğu gibi, etnik devlet kurma amacını taşıyan ayrılıkçı hareketler tüm dünyayı kargaşaya sürükleyecek.

Acaba Kosova süreci, hakim ulusların baskısı altındaki etnik azınlıkların kurtuluşu anlamına geliyor olduğu düşünülebilir mi? Ne de olsa uzun süre Yugoslavya’da özerk yapıda bile olsa azınlık konumunda olan Kosovalılar böylelikle hakım ulus haline gelerek özgürlüklerine kavuşmuş olmadılar mı?

Sonuç olarak gelinen yer, Kosovalıların bağımsızlığı ile sonuçlanmış gibidir; ama bu onların özgür iradesinden çok, NATO ve emperyalist ülkelerin Yugoslavya'yı etnik bileşenlerine parçalayarak Balkanlara hakim olma kararlılığının sonucudur. Öte yandan, özerk bir yönetim altında olan Kosovalılar şimdi hakim ulus haline geldiler; ama bu sefer Kosova sınırları içinde yaşayan Sırplar azınlık konumuna düştüler. Bunun gibi Yugoslavya topraklarında kovana çomak sokulması gibi etnik esasa göre devletlerin oluşturulması sonucunda her yeni ve bağımsız ülkede çok sayıda etnik azınlıkların oluşumu ile yepyeni gerginliklerin ortaya çıkmasına yol açıldı.

Aynı durum bütün sınırları içinde emperyalist kışkırtma ile ayrılıkçı hareketlenme içinde olan ülkeler için de geçerlidir. Örneğin, Kürt ayrılıkçı hareketin başarıya uğraması durumunda, Kürt etnik devletinin kurulacağı topraklarda yaşayan Kürt olmayan uluslar azınlık konumuna düşecektir. Sadece bu değil, Kürt asıllı olup da, sayıca çoğunlukta olan Kürtlerden farklı dil ve kültürel geçmişe sahip azınlık Kürtleri için de durum bundan farklı olmayacaktır.

Kosova devletinin doğuşu bölge için olduğu kadar, dünya için de barış değil, ama gerginliğe yol açtı. Dünya uluslarının çoğunluğu gözünde bu bir ölü doğum oldu. Şimdiye kadar Kosova’yı 51 ülke tanıdığı söyleniyor. Bunlar ABD ve AB emperyalist ülkeleri ile onların kukla veya yakın müttefikleri. Bunun dışında kalan ülkeler ise tarafsız olmaktan çok Kosova’nın bağımsızlığına tepkililer.

Kosova, dünya ülkelerini ikiye bölmüş görünüyor. Böyle bir ülkenin doğum ebeliğini yapan M. Ahtisaari’nin Nobel barış ödülüne layık görülmesi, simgesel bile olsa, dünya barışı adına kabul edilemez bir durumdur.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder