1 Kasım 2010 Pazartesi

Avrupa'da Zor Gurbetlik

Türklerin bir iş bulmak için 1960’lı yılların başından itibaren Avrupa’ya göç hareketinin giderek yavaşlaması ve sonlanışı bir hayli zaman oldu. Hatta artık ters yönde bir göç hareketinden söz etmek mümkün. Avrupa’ya göçen birinci kuşak şimdilerde çoktan emekli oldular. Avrupa’da emekliliğe hak kazanma yaşı Türkiye’de olduğundan daha uzun. Yine de, ikinci kuşağın çalışma hayatları sona ermek üzere. Yerlerini Avrupa doğumlu üçüncü kuşak oğul ve torunlar alıyor.

Yeni göçerlerin geleneksel olarak yaşadığı sorunların aşmış olması beklenen yeni kuşaklar tersine ebeveynlerine kıyasla daha da zor koşullarla yüz yüze geliyor. Bu durum, özellikle iş bulma konusunda yaşanıyor. Avrupa’da doğan büyüyenler, daha fazla eğitim almış olmalarına karşın anne ve babaları kadar rahat iş bulamıyorlar.

Önceleri Avrupa’da savaş sonrası yeniden yapılanma çabasında yoğun bir işgücü eksikliği yaşanmaktaydı. Böylelikle savaşın harabeleri arasında yeniden toparlanma sürecini yakalamayı başaran Avrupa’nın tek sıkıntısı olan işgücü karşılanmış oldu.

Avrupa’ya doğru göçün öncülüğünü özellikle savaştan tümüyle harap halde çıkan Almanya’nın girişimi ile başlatılmıştı. Alman hükümeti, resmen göçmen işçi çağrısında bulunmuştu.

Bu çağrı üzerine başlayan göç ile bugün sadece Almanya’da 4 milyona yakın Türk nüfus yaşıyor. Açıkçası bu resmi çağrı ile Avrupa'ya göçenler şimdi burada istenmiyorlar. Avrupa'da ekonomik durgunluk sonrasında şimdi tersine bir gelişme yaşanıyor ve işgücü fazlalığı var. İşsizlik tırmanıyor ve bu koşullar altında Avrupa'da yabancı konumunda olanların koşulları giderek kötüleşiyor.

Değişen koşullar, zorlaşan yaşam koşulları

Avrupa’da artık işler eskisi gibi iyi gitmiyor. Savaş sonrası hızlı bir kalkınma ve onun ardından gelen refah dönemi geride kaldı. Yeniden yapılanmanın sağladığı hızlı bir ekonomik hamle ile gelen gelişme, yerini giderek yavaşlama ve şimdilerde de düşüşe bıraktı. Avrupa’da tüm ülke ekonomileri, gelişen Asya ülkelerinin rekabetine boyun eğmek durumunda. Ekonomik gelişme, pratik olarak durdu ve geriye gidiyor. Bu durum, geleneksel olarak nüfusun artmaması ve sabit kalmasına karşın, ekonomik faaliyetlerin daralması sonucunda istihdam olanaklarının düşmesine yol açtı. Resmi kayıtlara göre Avrupa genelinde işsizlik yüzde 10 düzeyini aşmış durumda ve bunun düzeleceğine ilişkin de hiç bir emare yok.

Bu durum en çok ülkede yaşayan yabancılar için ağır bir darbe oldu. İşsizliğin artması ve yaşam koşullarının düşmesi sonucunda zor durumda kalan Avrupalılar, bunun suçlusu olarak ülkedeki yabancıları görüyor. Onlara kendi işini elinden alanlar olarak bakıyorlar.

Bütün bunlar, tüm Avrupa’da ırkçılığın yaygınlaşmasına kaynaklık ediyor. Yabancılara karşı öteden beri beslenen ön yargılar körükleniyor. Genellikle Asya ve Afrika ülkelerinden gelen ve farklı kültürel ve inançlara sahip bu insanlara düşmanca davranışlarda hızlı bir artış gözleniyor.

Bütün bu olumsuz gelişmeler devam ederken, yakın bir zamanda uluslar arası terörist hareketin hızlı bir yükseliş göstermesi bütün bu olumsuz gelişmelere tuz biber eken bir gelişme oldu. Terörist hareketlerin yaygın olarak İslami hareket motiflerini kullanması ve terörizmin bir cihat eylemi niteliğinde ortaya çıkışı Avrupa'da genellikle Müslüman dinden olan yabancılara karşı nefreti daha da körükledi. Bütün zengin ülkelerde İslam karşıtı hareket, İslam'ın faşist bir din anlayışı temelinde propaganda yapmaya başladı. Bütün Müslümanların “İslamo-faşist” olduğu şeklinde Hıristiyan ve Müslüman din merkezli medeniyetler arası çatışmalar körüklendi.

Türk göçmenlerinin Avrupa’da yaşadığı olumsuzluklar, onların Osmanlı geçmişleri ile bir arada düşünüldüğünde, tüm diğer yabancı göçmenlere kıyasla daha da yoğun bir biçimde hissedilmekte. Avrupalılar, daha İstanbul’un fethi ile birlikte asırlar boyu Osmanlı korkusu içinde yaşamışlardı. Avrupa’daki ilerleyişleri durmamış, bu hareketi ancak Viyana kentinin muhkem surları durdurabilmişti. Çok yakınlarında hissettikleri ve dehşete kapıldıkları Türkler şimdi kendi aralarında, aynı mahallede, kapı komşuları olarak yaşıyorlar.

Türklere uygulanan ayrım

İşte giderek Avrupa'dan tümüyle kovulmaya ramak kalmış Türkler, bu kez daha Avrupa’ya “iş bulma” için çıkarma yapıyorlardı. Bu Türkler aynı Türklerdi. Onlar “kirli, kötü kokan, yoksul ve sefil” bir toplumun üyesiydiler. Bu bakış açılarını onlara her adımda hissettiriyorlardı. Türkler her yerde Avrupalı komşularından, iş arkadaşlarından, esnaftan… Hasılı Avrupa’da karşı karşıya geldikleri insanlar tarafından hor görülüyor, hararete uğruyorlardı. Arkalarından bağırıyorlar, tükürüyorlardı. Dil bilmedikleri için küçüksüyorlardı. Giyim kuşamları ile alay ediyorlardı.

Türklerin ulus olarak kültürel özellikleri, inanç ve gelenekleri ile sürekli alay ettiler. Toplumsal etkinliklerini, dayanışmalarını, misafirperverliklerini, duyarlılıklarını çekemediler, aşağıladılar. Bu insanca davranışlara gıpta ile ama aynı zamanda hasetle bakıyorlardı. Kendilerini anlamayan bu insanlara karşı yaptıkları hakaretler artık insanlık dışı nitelik taşımaktaydı.

Eskiden Türkler bu hakaretleri pek anlamazlardı. Ama ikinci ve üçüncü kuşak Türkler bulunduğu ülke dillerini öğrendiler ve Avrupalıların kendilerine karşı tavırları onları daha da yaralar hale geliyor.

Türklere ve yabancılara karşı düşmanca tavırlar zamanla sadece bireysel veya münferit olay olmaktan çıktı. Bir zamanlar ırkçılık Avrupa’nın sonunu getirmeye ramak kalmıştı. Ama şimdi Avrupa toplumuna özgü bu anlayış giderek bu topraklarda adım adım faşizmi hortlatmaya doğru gidiyor. Irkçı ve faşist partiler aklıselim sahibi olanlar için endişe verecek düzeye ulaştı bile. Ülke yerel ve merkezi yönetimlerinde temsilcilerini sokuyor ve koalisyonlara ortak oluyorlar. Hatta barış ve demokrasinin simgesi (!) Avrupa Konseyinde grup oluşturacak düzeye ulaştılar.

Neofaşizm olarak tanımlanan yeni faşist hareket, tümüyle Nazi hareketinin bir kopyası niteliğinde gelişiyor ve hatta çoğu zaman Nazi partisinin tüm söylem ve simgeleri aynen kopya edilerek kullanılıyor. Bu faşist harekette yeni olan tek şey, artık hedefinde Yahudilerden çok yabancılar ve özellikle de Türklerin yer alması.

Varsa yoksa her mekânda Türklere karşı mücadele taktikleri geliştiriliyor. Faşizm adeta Türk düşmanlığı üzerine kuruluyor. Fransa'da Belçika'da yeni-faşist hareket Türk düşmanlığını kendisine can damarı olarak seçmiş durumda.

Belçika’da faşist Vlaams Belang’ın bitmez tükenmez kampanyaları Türklerin Belçika’daki hayatını zindan ediyor. Onlarla Belçikalılar arasında aşılmaz duvarlar örüyor. Türkler için ırkçı söyleme dayalı bir tipleme geliştirilmiş ve hiçbir fark gözetmeksizin bütün Türkler böyle algılanıyor: “Pis ve kötü kokan bir toplum”.

Avrupalının Türklere karşı ırkçı önyargıları, onları kendi içine kapalı toplum oluşturmalarına yol açmış. Türkler, kurtuluşu kendi geleneklerine ve özellikle inançlarına daha bir fazla sarılmakta bulmuşlar. Elden geldiğince Avrupalılar arasına karışmamayı tercih etmişler.

Ancak bu tepkinin çok olumsuz bir yanı, eğitim alanında gözleniyor. Avrupalılardan uzak durma kaygısı, çocuklarını okula göndermeme biçiminde kendini gösteriyor. En fazla ortaokulu bitiren çocuklar okuldan alınıyor. Temel eğitim sonrası Türk gelenekleri için zararlı olduğu düşünülüyor. Ancak bu, genellikle girişimci ve beceri sahibi olarak bilinen Türklerin hak ettiği konuma gelmelerini engellemiş.

Türklerin böyle bir tepki göstermesi boşuna değil. Avrupa'da köklü laisizm uygulaması, giderek dinden uzaklaşmayı getirmiş, Ateizm oldukça yaygın. Bu durum, yetkilileri endişeye sevk etmiş olmalı ki, Kilisenin laisizme aykırı olarak eğitim kurumlarına girmesine izin verilmiş.

Birbiri ardı sıra yönetime gelen muhafazakar hükümetler, bir biçimde ateizmin yaygınlaşmasına hizmet ettiğini düşündükleri laisizmi aşındırmak, kilisenin etkinliğini yaygınlaştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Avrupa'da esas olarak ayrılıkçı nedenlerle bağlantılı IRA, ETA, vs. gibi terör eylemlerini görmezden gelerek medeniyetler arası çatışma motifi için kullandıkları "İslami-faşist" veya "oryantalizm" propagandası ile insanların yüreğine din korkusu yerleştirmek amaçlanıyor.

Avrupa'da örneğin, bizden farklı olarak Kilisenin etkisi altında olan ve hatta doğrudan kilisenin himayesinde Katolik, Protestan, vs. eğitim kurumları var. Bizde sadece imam ve hatip yetiştirmek için meslek okulu niteliğindeki imam hatip okullarından farklı olarak, bu tip eğitim kurumları, genel eğitim verebiliyor.

Türkler için bu durum kuşkusuz dehşet verici. Zorunlu olarak çocuklarının bir Katolik eğitim kurumunda okumaları onları haklı olarak çocuklarını sonuna kadar okutmaktan caydırıyor.

Kısaca, Avrupa’da Türkler için gurbetlik dün zordu, bugün orada doğup büyüyenler için toplum dışı yapılarak zorunlu hale getirilen gurbetlik daha da zorlaşıyor. Çünkü eksiden Türklere karşı yöneltilen ayrımcılık ve insanlık dışı davranışlar ağırlıklı olarak kültürel ve inanç farklılıklarını esas almaktaydı. Türkler buna karşılık kendi işinde gücündeydi ve bu durum onlara çok da dayanılmaz gelmiyordu.

Ama şimdi artık bu tür davranışlar ırkçı siyaset niteliğinde kurumlaştırıldı ve gündelik hale geldi. Üstelik bu sefer iş arayan göçmen Türklerin yüzüne kapılar kapatılıyor. İşsizlik ile birlikte toplum dışı kalmak çok daha zor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder