10 Temmuz 2011 Pazar

Radikal Kürt Hareketi-II

Emperyalizmin etnik kışkırtma ile sağladığı yararlarında başında sınıf kavramının bulanıklaştırılması ve gündemden düşürülmesi gelir. Artık sınıf kavramı bir yana bırakılmış, kimi düzmece kuramlarla bunun yerine farklı mücadele stratejileri ve buna bağlı kısa vadeli ve günlük politikalar öne çıkartılmaktadır. Sınıf mücadelesinin aşamalı ve uzun soluklu, vs. olduğu ileri sürülmüş, bunu ilk planda daha somut algılama anlamına gelen demokrasi, bağımsızlık, vs. gibi hedefleri konmuştur. Burada sınıf ve sınıf mücadelesi üzerine ölü toprağı serilirken, liberal anlayışın mantığına uyularak birey ortaya çıkartılmıştır. Bireye özgü demokrasi ve özgürlük, çok çeşitli eğilimleri de içine kapsayarak bireyi yüceltmede, ama onun toplumsal varlığı, onu belirleyen toplumsal aidiyetleri bir yana bırakılarak ustalıklı bir biçimde sınıf olgusunu örtmek için kullanılmıştır.Bireye özgü nitelemeler, bir tarafta onu sözüm ona özgürleştirmeyi amaçlarken, bunu çok çeşitli yeni kimlikler ve bu arada etnik kimlik aidiyeti ile yapacağı savunulur. Bireyin özgürlüğünün, etnik aidiyeti ile bağlantılı tarihsel, kültürel ve geleneksel yaşam biçimi vurgulanır ve bireyin özgürlüğünün tümüyle kendi kişiliği ile bağlantılı etnik özellikleri ile birlikte olacağı söylenir.

Kuşku yok ki bunun ne ölçüde ve yanıltıcı ve dolaysıyla bir aldatma olduğu ortadadır. Salt sınıf kavramını örtmek için dayatılan birey özgürlüğü, onun toplumsal değil, kişisel kurtuluşunu hedefler. Kişisel özgürlük kişinin ait olduğu topluma özgürlük sağlamaz ve böyle olduğu için de yapılan sahtekârlıktan öte gitmez.

Bu amaçla da eğer onun toplum ile çelişkisinden söz edilecekse, o toplumda hakim sınıfların hakim etnik kesimde olduğu söylenir. Hakim etnik kesim ve bunun çevresinde yer alanların azınlıktaki etnik kimliğe baskı yaptığı, demokratik hak ve özgürlükleri ona çok gördüğü ve kendilerini sömürüyor olduğu ileri sürülür.



Buraya kadar anlatılanlar, esas itibarı ile bir ulus sınırları içinde yer alan toplum örgütlenmeleri; bu toplumda hakim kapitalist sınıf ile sömürülen işçi sınıfı arasındaki sınıf çelişkisi bağlamında anlamlı ve geçerli. Ama aynı durum, uluslararası ölçekte ele alındığında farklı sonuçlara yol açtığı ortada ve başta etnik aidiyet olmak üzere, bireye özgü olguların öne çıkartılması ve vurgulanmasının belki de ulus sınırları içinde değil, ama emperyalizmin küresel sömürüsü için geliştirdiği strateji bağlamında olduğunu söylemek gerek.

Emperyalistlerin Irak’ı işgali ülkenin kan gölüne çevrilerek yıkıma uğratılması bunun en tipik örneğidir. ABD’nin Ortadoğu’da petrol kaynakları üzerinde kuracağı hâkimiyet sonrasında dünya enerji piyasalarını kontrolü altına almak için yürürlüğe soktuğu bu uzun soluklu strateji esas itibarı ile etnik ayrımcılık üzerine inşa edilmiştir. Küresel düzeyde bakıldığında emperyalist ABD ve onun Avrupalı işbirlikçileri ile sömürülen ülkeler bir araya geldiğinde de artık bu aşamada sömürülen ülke ulus devletlerinin çözülme sürecinin başladığı görülmektedir.

Körfez bölgesinde hâkimiyetini tesis etmesinin ardından ABD ve müttefikleri bu sefer de aynı etnik kışkırtma siyasetine dayalı sömürülen ulusların çözülmesi sürecinin fiilen Afganistan’da yürürlüğe sokmaktadır. Etnik kışkırtma için zengin olanakların olduğu bu ülkeye yerleşen ABD böylelikle Avrasya üzerinde sağlayacağı hâkimiyet ile dünya petrol kaynaklarının önemli bir kısmını kontrol eder hale gelebilecek ve küresel piyasalarda enerji fiyatlarını istediği gibi belirleyip hızla çöküş süreci içine giren ekonomisi için bir nefes alma olanağı sağlayabilecektir.

Dünya siyaset sahnesinde olmadık yalanlar uydurarak yürüttüğü kanlı jeopolitik siyasetin sonuç verdiğini görmüş olsa gerek; ABD bu tırmandırma politikasını şimdilerde dünya çapında yaygınlaştırma peşindedir. Zira Irak müdahalesi sonrasında beklenmedik bir gelişme olarak Şii toplumlarının öne çıkması hesapları alt üst etmiş ve Ortadoğu’da yükselen bu hareket, etnik kimliğini dinsel motiflerle ulaştıran halklar arasında yaratılan düşmanlıklar ile kışkırta yeni boyutlara ulaşmıştır. Avrasya ve Ortadoğu ekseninde bu karşı hareketin çok çeşitli biçimlerinin sahneye konduğu günlere gelinmiştir artık.

Sınıf ve Etnisite

Günümüz kapitalist toplumlarında hakim sermaye sınıf ve bunun karşısında sömürülen işçi sınıfı temel karşıtlığı oluşur. Ama kapitalist toplumda İşçi sınıfı sömürülen sınıfların sadece biridir. İşçi sınıfı dışında kalan ve sömürülen diğer sınıf ve tabakalar da bulunmaktadır. Tümü de emekçi sınıf ve tabakalar biçiminde yer alan kamu emekçileri; yani merkezi ve yerel ve resmi ve yarı resmi nitelikteki kuruluşlarda çalışan kafa ve kol emekçileri – mühendisler, doktorlar, memurlar, hizmetliler - büyük sermaye sınıfı içinde yer almayıp da kendi hesabına faaliyet göstererek geçimini sağlayan küçük esnaf, zanaatkâr kesim yanı sıra, yine onlar gibi serbest girişimci niteliğindeki köylülük bunlar arasında yer alır.

Ancak sermaye sınıfının işçi sınıfını sömürmesi ile, yine emeği ile geçinen (veya işçi çalıştırmayıp aile şirketleri biçiminde faaliyet gösteren) emekçi kesimi üzerinde uyguladığı sömürü biçiminde bir farklılık vardır. Her iki kesim içinde sermaye sömürüsüne karşı devrimci tutum takınan tek sınıf işçi sınıfıdır; çünkü sadece işçi sınıfının emeği dışında hiçbir başka geçim aracı bulunmaz. Bu da işçi sınıfını sermayenin sömürüsüne dirençli ve kararlı yapar.

İşçi ve emekçi kesimlere sermayenin uygulamakta olduğu sömürüye karşı mücadelede bu ayrıntı gibi görünen durum hayati önem taşır. Emekçi kesimlerin sermaye sömürüsüne karşı mücadelesi uzun solukludur. Tarih boyunca toplumsal ilerlemeler, o toplumu hakim ve sömürülen sınıflar arası asırlar boyu devem eden karşıtlığı ve mücadelelerine şahit olmuşlardır. Artık tarihsel geçerliliğini yitirmiş bir üretim biçiminin (feodalizm, kapitalizm vs. gibi) yerine yenisinin alması hiç de kolay olmaz. Bu karşıtlık içinde hakim sınıflar sahip oldukları hakim konumlarını yitirmemek için her yola başvururlar. İşçi sınıfı dışında kalan ve özellikle küçük mülk sahibi (esnaf veya köylülük) kesimi yanlarına çekmekte gecikmezler. Ne de olsa onlar da mülk sahibidirler ve son tahlilde sermayeden yana tutum alırlar.

Bu sınıf çelişkisi genel çerçevesinde farklı sermaye grupları yanı sıra, farklı kesimde nitelik ve sömürü düzeyi açısından farklı koşullara tabi işçi sınıfı katmanları yer alır. Ama bunun dışında özellikle etnik kimliğin pek yer almadığı görülür. Bir tarafta yer alan sermaye grupları içinde hakim etnik kesim (örneğin Türkler) yer aldığı gibi, onu baskı altına aldığı söylenen azınlıktaki etnik kesimler (örneğin Kürt veya diğer halklar) yer alabilir. Farklı etnik gruplarına ait olsalar bile, sınıfsal konumları, ideolojileri ortaktır; hakim sermaye kesiminin genel sınıfsal özelliklerini taşırlar. Çoğunluk ile azınlık etnik kesimden olan sermaye grupları arasındaki ilişkiler, belli bir etnik aidiyet izi taşımaz. Şimdiye kadar da büyük sermaye içinde yer alan farklı etnik gruplar arasında çıkar çatışmasına ilişkin bir örnek pek işitilmiş bir durum değildir. Olsa bile çelişki çoğunluk ve azınlık etnik grup aidiyeti ile değil, ama farklı gruplar aidiyeti ile bağlantılıdır. Ne de olsa büyük sermaye kendi içinde sürekli rekabet içindedir.

Benzer biçimde, farklı etnik grup aidiyeti, emekçi kesim içinde de farklı bir durum yaratmaz. Sermaye, örneğin benzer etnik kimliğe sahip olan işçiden yana tutum takınmaz. Tersine, çoğu zaman olduğu gibi farklı etnik gruplara eğilim daha belirgindir; çoğu zaman bu durum işçiler arası birliğin bozulmasının daha kolay olacağı düşünülür; gerçekten de işçiler patronların farklı etnik gruplar arası kışkırtma girişimlerine karşılık işçiler sürekli etnik ayrımı dışlayan söylemlere başvururlar ve kendi aralarında etnik kışkırtma girişimlerinin başarılı olamayacağını dile getirirler.

Ama burada bir önceki paragrafta da dile getirildiği gibi, her platformda etnik kışkırtmaya başvurulması büyük sermaye için yarar sağlayacak bir yöntemdir. Gerek Türk ve gerekse Kürt veya bir başka etnik kimliğe sahip işçiler aralarında bu ayrımı sokmaya çalışan sermayenin girişimini başarı ile karşı koymuş olsalar da, tüm ülke çapında durum bundan farklıdır. Yurt düzeyinde başta Türk ve Kürt etnik ayrımı olmak üzere, her türlü etnik ayrım başarı ile uygulanmakta ve bundan sonuç alınmaktadır.

Irk ayrımını körükleyen etnik kimlik

Kürt halkları ile olan etnik ayrımın bugün gelinen düzeyi ortadadır. Bütün emekçi sınıf için yol gösterici ve öncü nitelikteki işçi sınıfına olan inancın sarsılması, çeşitli kesimden olanların öteden beri inandığı kavramların örselenmesine ve aşınmasına kapı açması yanı sıra, sömürü ile yoksulluk kavramları da birbirine başarı ile karıştırılmış ve yoksulluk ile kedercilik kavramları öne çıkartılmıştır. Sadece Kürt halkı için değil, ama günümüz Türkiye’de diğer farklı etnik ve dinsel kesimlere karşı kışkırtılan ayrımcılık ile emek sömürüsü kavramı gizlenmektedir. Geleneksel Alevi kışkırtmacılığına ve ülkede her türlü vatandaşlık haklarına sahip farklı dinden olan kesimlere yönelik kışkırtma politikaları da bir tarafta emek ve emek sömürüsü gerçeği ile diğer tarafta etnik ve din kışkırtması karşı karşıya getirilmekte ve somut ve bilimsel doğruların yerini duygusal, popülist, içi boş kavramların alması kaçınılmaz olmaktadır.

Hakim ulus tarafından ezilen Kürt halkı, bu çok çeşitli sınıf ve tabakalara da ait olsa bile kışkırtılan etnik aidiyetleri ile ayrı bir kesim görünümünde ortaya çıkar. Onların sınıf aidiyetlerindeki farklılıklar ötelenmek istenir. İşçi, memur, esnaf, köylü, vs. oldukları gerçeğinin üstüne şal örtülür.

Etnik kışkırtma, bununla birlikte işlenen kültürel farklılıklar, dini inanç farklılıkları vs. ile bir arada kullanıldığında; emperyalizm için işçi sınıfının enternasyonal mücadelesinin engellenmesi, tüm dünya işçi sınıfı kardeşliğinin köreltilmesi ve göz ardı edilmesi, farklı ülkelerde yer alan işçi sınıfının ulusal, etnik, kültürel, vs. ayrılıklarının ön plana çıkartılarak birbirlerine hasım hale getirilmesi için yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Bu şekilde, etnik kışkırtmanın işçi sınıfının enternasyonal ruhunu yok etme için alet edilmesi - özellikle gelişmiş Batı ülkelerinde işsizliğin yaygınlaşması, göreceli refah düzeyinin işçiler aleyhine bozulması ile bir araya geldiğinde çok daha da etkili bir yöntem haline gelmiş görünüyor. Son yıllarda Batılı ülkelerde işsizlik oranının kapitalist ekonomik bunalım dönemlerine özgü görülmemiş düzeylerde artıyor. Kuzey ve fakir Güney ülkeleri arasında gelir uçurumunun giderek daha da derinleşiyor. Bunun da etkisi ile, fakir ülkelerden zengin ülkelere doğru yoğun bir göçmen işçi akışının ortaya çıkması ve bunun Batılı zengin ülke işçileri için işgücü pazarında yüksek oranlı işsizliğin yanı sıra buna tuz biber eken ikinci bir tehdit olarak ortaya çıkması emperyalizmin etnik kışkırtma politikalarının daha da acı sonuç vermesine yol açmaktadır.

Bugün Batı Avrupa’da sayıları giderek artan Müslüman işçiler, bu ülkelerde çalışan işçilerin iş güvenceler yanı sıra, parasal ve sosyal açılardan tehdit olarak gösterilmektedir. Batılı ülkelerde faşizm eğilimli akımlar açıkça özendirilmiyor olsa da, böylesine yaygınlık göstermesi ve kendine iktidar ortağı olabilecek düzeyde taraftar bulabilmesine bakılarak, en azından kovuşturulmadığı ve engellenmediği açıktır. Bu şekilde sayıları her geçen gün artan işsizler kitlesine yanlış hedef gösterilmekte; işsiz, düşük ücretli, zor koşullarda çalışma, sosyal güvenceden yoksun olma, vs. gibi temelde kapitalizmin kaçınılmaz yazgısını sergileyen çalışma koşulları, sanki göçmen ve Müslüman işçiler yüzündenmiş gibi yansıtılıyor.

Şimdi uluslararası düzeyde de ortaya çıkan “medeniyetler çatışması”nın, gerçekte emperyalizmin etnik kışkırtmasının bir sonucu olduğunu görmek gerekmektedir. Faşizm özentisi ve hatta bizzat faşizmi taklit eden lümpen örgütlenmeler, bugün Batı Avrupa’da yabancı işçilere terör estirmekte, yabancı esas olarak da Müslüman Türk ve Arap asıllı göçmen işçiler saldırıya uğramakta, evleri kundaklanmaktadır. Batılı toplumlarda, ne yazık ki artık bu olaylar kanıksanmış ve hatta halkın belli bir kesimi tarafından sempati ile karşılanır hale gelmiştir. Bir Avrupa ülkesinde, Müslümanların dini inançlarını kışkırtır nitelikte yayın yapan bir gazetecinin Müslüman biri tarafından öldürülmesi ile neredeyse tüm ülkenin galeyana gelmesi, etnik kışkırtma sonucunda çok daha vahim gelişmelerin olabileceğini düşündürmektedir. Ama kuşkusuz, belki bunun kadar vahim olan, farklı uluslardan işçi sınıfının enternasyonal kardeşlik duygularının yerini, kapitalizmin içine düştüğü bunalımı göz ardı etme ve işçi sınıfını yanlış yönlendirme amacıyla ve içten içe kışkırtılan etnik çatışma sonucu düşmanca duygulara bırakarak adeta birbirine adeta düşman yaptırılması ve enternasyonal birliğin köreltilmesidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder