25 Eylül 2010 Cumartesi

ABD’inin Kışkırtma Faaliyetleri

Son günlerde ABD’nin Türkiye’yi dış ilişkilerinde gerilim ve endişe altında tutmaya yönelik uyguladığı Ermeni sorununun adeta gündemden düşmüş görünmesi ilginç. Bu sanki Türkiye’nin benzer kışkırtma politikaları ile yeterince şoka uğratılmış ve gerilimin daha da artırılarak Türkiye’yi köşeye sıkıştırmanın ABD için yarar değil zarar getirecek olduğunun anlaşıldığını düşündürüyor.

Böyle düşünen iyimserler olabilir. Ama ABD ekonomisinde işler kötüye gittikçe bundan herkesin ve en başta da Türkiye’nin endişe duyması gerekiyor. Kaldı ki, Irak’tan resmi işgal kuvvetlerinin son askerlerinin geri çekilmesi ve yerini aynı işi görecek sivil kelle avcılarının alması ile birlikte artık iyice gündeme gelen büyük kürdistan projesi doğrultusunda yeni adım atıldığı gözleniyor.

Kapitalist ekonomilerin hala daha bir türlü kendine çıkış yolu bulaması dışında ABD’nin başka çareler arayışına buna ilişkin çok sayıda gösterge var.

Çekilen resmi işgal kuvvetlerinin ardından Irak tam bir enkaz halinde. Her şey tam bir belirsizlik içinde. Oysa çoktandır ülke petrolleri işgal kuvvetlerinin önde gelenlerinin danışmanlık sağladığı ABD şirketleri tarafından dünyanın en ucuz petrollerini kullanan bu ülkeye pompalanıyor. Bundan da hiçbir biçimde vazgeçecekleri yok.

Bunun için tek çıkar yol, şimdi çekildikleri Irak’ın kuzeyini kendileri için üs haline dönüştürmek.

ABD bunun için bütün hazırlıklarını tamamlamış görünüyor. Kürt aşiretler, bölgede 4 ülke içinde yer alıyor. Türkiye, Irak, İran ve Suriye. Irak’ta çözüm adeta mükemmel oldu. Iraklı Kürtler ABD’li askerleri “melek” olarak nitelendiriyorlar. Suriye ABD ile bu konuda işbirliğine dünden hazır. Iran Kürtleri için köktenci bir çözüm düşünülüyor. Son olarak

Türkiye kürdistanı çözüm süreci neredeyse sonuna yaklaştı. Her zaman olduğu gibi, halkları birbirine karşı kışkırtma artık neredeyse geri dönülemez bir mecraya yönelmiş görünüyor.

Belli ki, sorunların enine boyuna anlaşılması için ortaya çıkartılması gereken gerçekler derinde yatıyor, ayrıntılarda gizleniyor. Şimdi benzer durum, sözüm ona Kürt hakları adına ortaya atılan Kürk Sorunu için de geçerli. Sonunda, devletin en resmi ağzı, eli silah tutanların, Avrupa kaynaklı ve bu ülkelerin Türkiye ile ilgili bir dış politika aracı olarak kışkırtıldıklarını açıkladı.

Bu durum hiç yeni değil ve Türkiye’de dünyadaki gelişmelere paralel radikal değişimlerin bir türlü engellenememesi ile buna kökten bir çözüm amacıyla sergilenen provokasyon ve kışkırmalar bundan önce de yaşandı.

Silahlı çetecilerin kışkırtılmasında olduğu gibi bu sefer Türkiye ile müttefik, dost, vs. olduğu söylenen ABD buna odaklık yapıyor. Türkiye ABD’yi müttefiki görüyor, ama ABD Irak’ın kuzeyinde Türkiye’yi arkadan vuruyor.

O zaman da 11 Eylül sonrası tüm dünyada teröre karşı savaş ilan eten ABD, Türkiye’de teröre destek sağlamakta beis görmediğini en yetkili askeri çevrelerde bizzat açıklanıyor ve ABD’nin bu hasmane davranışının altı ısrarla çiziliyor. “Ermeni soykırımı” aşağılamasına meclislerinde göstermelik onaylama sonrasında bu beklentiye Türk halkı da katılıyor ve artık ABD’yi anlayacağı dilde yanıt verilmesini bekliyor.

ABD ile askeri ilişkiler dahil, hiçbir ilişki ülke yararına olmamıştır. Ülkeler arasında karşılıklı menfaate dayalı ilişkiler esas olması gerekirken, Türkiye her zaman veren ve ABD ise alan taraf olmuştur.

İlk kez 1950’lerden sonra Menderes döneminde başlatılan ilişkiler, basiretsiz yöneticilerin elinde her zaman boyun eğme ve yaranma ilişkisinden öteye gitmemişti. Türk hükümetin tutumu, o dönemin dünya gerçekleri değerlendiremediği ve ABD’nin Sovyetleri kuşatma politikası öngörülmemiş, tersine ABD’nin Türkiye’ye girmesi için her türlü imtiyaz sağlanmıştır. Böylece basiretsiz yönetimleri nedeniyle ayakta kalabileceklerini hesaplamışlardır.

Türkiye’nin başı belaya giriyor

Dönemin koşullarında savaş sonrasında Marshall Planı ile Avrupa’yı ayağa kaldırdıktan sonra Truman Doktrini ile Sovyetleri çevrelemek amacını güden ABD ile Türkiye’nin o koşullarda “müttefik” olması kesinlikle söz konusu olamazdı. ABD gibi süper bir güç ile oluşturulabilecek bir ittifak, ancak “körü körüne bağımlılık” olabilirdi ve nitekim böyle oldu.

Türkiye Kore’de kendisi ile hiçbir ilişkisi olmayan bir savaşta yüzlerce evladını kaybettikten sonra, dahil edildiği NATO içinde o güne kadar sürdürdüğü tarafsız dış siyaset olanağını da tümüyle kaybetti; yurt savunması için yetiştirdiği ordusunu emperyalistlerin emrine verdi ve bölgede ABD’nin L. Amerika’daki kukla hükümetleri gibi ABD’nin oyuncağı oldu. Komşuları ile bölge içinde hiçbir zaman barış ve işbirliği tesis edemedi ve ABD’nin güdümünde yalnız bir ülke olmayı sürdürdü.

Tüm sivil ve askeri iç ve dış politikada ABD kuyrukçuluğu ve NATO’ya körü körüne biat politikası ötesinde bir adım atılmadı.

Bilindiği gibi, İncirlik hava üssünden havalanan U2 casus uçağı, komşu ülke Sovyetler Birliği semalarında düşürülmüş; Türkiye uzun yıllar komşuluk ve iyi ilişkiler içinde olduğu Sovyetler ile hiç bir sebep yokken karşı karşıya getirilmişti.

Türkiye, ABD’ye sağladığı askeri üssü ile ilk önce Türkiye ve Küba’da başlayacak ve daha sonra tüm dünyayı etkisi altına alabilecek bir nükleer savaşın başlamasına yol açan olayı tetiklemişti.

Ama bir farkla ki, Türkiye bütün bu olup bitenlerden habersizdi. Çünkü İncirlik üssüne müdahale etmek bir yana, üste neler döndüğünden de habersizdi. Sovyetlere yöneltilmiş atom başlıklı Jüpiter füzeleri yerleştirildi, kriz sonrası Kruchev ve Kennedy Küba ve Türkiye’deki füzeleri karşılıklı olarak sökmeye karar verdiler. Bütün bu gelişmeler Ankara’dakilerden habersizce yürütüldü.

Johnson’un mektubu ve Çorum kışkırtması

ABD’nin savaş sonrası dünya jandarmalığını İngiltere’den devralmıştı. Bunu başarı ile yürüttüğü anlaşılınca, güçten düşen İngiliz emperyalizmi, dünyanın en büyük askeri üssünü barındıran Kıbrıs’ı bu üssün statüsünün korunması karşılığında Türk ve Yunanistan garantörlüğüne bıraktı.

Basiretsiz Türk dış politikası üzerine plan yapan faşist Kıbrıslı Rumlar, Türklere saldırdılar ve iki toplum arasında azınlıkta kalan Türklerin giderek yenildiği iç savaş çıktı.

Kıbrıs’ta yaşananlar Türk halkında infial yaratması üzerine, Türkiye’nin adaya çıkartma yapması gündeme geldiğinde ABD böyle bir şey yapmadan önce bir defa daha düşünmesi uyarısında bulundu. Müdahalenin olası bir Sovyet girişimine yol açabileceğini, böyle bir durumda ABD ve müttefik kuvvetlerinin kendisine yardım etmeyebileceğini söyledi. Ayrıca, Türkiye’nin elindeki çıkarma gemileri NATO’ya aitti ve onları çıkartmada kullanamazdı.

Türkiye büyük bir gayretle çıkartma gemisi yaptı, 1974’de adaya çıkarma yaptı. Türkiye, uzun bir dönemden beri ilk kez dış siyasette böylesine kapsamlı bir inisiyatifi tümüyle kendi imkânlarını ve iradesini kullanarak gerçekleştiriyordu. Bu tüm dünyada şok etkisi yaratmış; ABD’nin bölgedeki egemenliği üzerindeki miti bir anda yerin dibine batırmıştı.

Türkiye’nin dış politikada inisiyatif kullanması ABD’yi çok kızdırmıştı. Çıkarma sonrasında ABD Türkiye’ye silah ambargosu koydu.

Bununla da kalmadı. Türkiye içinde gerici güçlerle işbirliği içinde geniş çapta kışkırtmaya girişti. Çünkü müdahale B. Ecevit’i adeta ulusal kahraman yapmıştı. 12 Mart darbesine rağmen Türkiye’de radikal hareketin önü alınamamıştı.

ABD, şimdi bir taşla iki kuş vurmak hesabı içindeydi. Hem Türkiye'de yükselen sol hareketi bastırmak, hem de Türkiye'yi cezalandırmak istiyordu.

Bu dönem, ülkenin 70 sente muhtaç edildiği dönemdi. Türkiye kenti ile köyü ile kıskaca alınmıştı. ABD'nin bu kuşatmasına muhafazakar ve faşistler de katıldılar. Ecevit iktidarına karşı sabotaj düzenlendi. Ülkede benzin, sana yağı gibi temel ihtiyaç maddeleri bulunmaz oldu.

Muhafazakar ve faşistler büyük bir telaşa kapılmışlardı. Çünkü sol kesim, Ecevit'i faşistlerden işledikleri cinayetlerin hesabını sormak ve onları tasfiye etmek için sıkıştırıyordu.

ABD için artık harekete geçme zamanıydı. CIA ajanları, Türkiye’de mezhep ayrımını kışkırtama yönelik ajanlar gönderdiler. Adıyaman, Sivas ve Çorum’da yerel MHP yetkilileri ile işbirliğinde kışkırtma yaratıldı. Ülke büyük bir kaosa sürüklendi. Her gün onlarca kişinin sokak ortasında öldürüldüğü kargaşaya sürüklendi. Bunun ardından 12 Eylül askeri faşist darbe ortamı hazırlandı.

Bizzat CIA’nın tezgâhladığı darbe sonrasında aradan uzun bir dönem geçmesine rağmen Türkiye saramadığı derin bir yara aldı.

Türkiye ABD’siz yapamaz mı?

Türkiye için ender bir olgu olan sosyal demokrat yönetim ile yine Türkiye için şaşırtıcı nitelikteki ABD’den bağımsız inisiyatif içinde Kıbrıs çıkartması sonrasında bu sefer bir başka sosyal demokrat lider, bugün Türkiye’nin ABD’ye muhtaç olduğunu söyleyebilmektedir. Bunun için ABD’ye karşı takınılacak tutum için itidal öneriyor.

Oysa yaşanan son gelişmeler, en ileri teknolojilerle donanmış ABD savaş makinesinin de bir işe yaramadığını ortaya koymuştur.

ABD var gücü ile Avrasya ve Ortadoğu petrolleri üzerinde hâkimiyet sağlamaya çalışmaktadır. Bunun için bütün savaş makinesini seferber etmektedir. Ama ne Afganistan’a yağdırdığı olağanüstü özelliklere sahip bombalar, ne de Irak’ı yerle bir etmesi ona zafer getirmemiştir. ABD’nin işgali altındaki bu iki ülke şimdi tam bir çöküntü içindedir.

ABD ordusu, Türkiye için bağımlılık yaratacak hiçbir üstünlüğe sahip değildir. Silah üstünlüğünün başarı getirmediği ortadadır. Konvansiyonel güç olmaksızın savaş kazanmak pek mümkün görünmemektedir.

Afganistan’da NATO birlikleri acz içindedir ve kendilerini bile koruyamamaktadır. Nitekim, NATO komutanı, "yenildik" açıklaması yapmıştır.

Şimdi tüm dünya halklarının gözleri önünde dün Vietnam’da olduğu gibi bugün de işgal ettikleri Irak’tan yerlerden geride tam bir kaos ve sefillik bırakarak terk ediyorlar. Şimdi aynı durum Afganistan için yaşanıyor. Kimi müttefik kuvvetleri, ABD’nin tehditlerine kulak asmayarak askerlerini Afganistan’dan geri çekiyorlar.

Türkiye işgal altında

Bir zamanlar TİP genel başkanı M. A. Aybar, Türkiye’nin 30 bin metre kare toprağı ABD işgali altında dediğinde kıyamet kopmuştu. Oysa yakın zamanda B. Ecevit, Irak’a asker gönderilmesi için TBMM’ne sunulan tezkerenin reddine rağmen uygulamanın fiilen yürütüldüğünü ve Türkiye’nin resmen işgal altında olduğunu öne sürecekti.

Gerçekten tezkere reddedilmiş, ama sözüm ona araç modernizasyonu ile ilgini ABD ile anlaşma yapılmıştı. Bu anlaşma kapsamında tanklar, toplar, her türlü gelişmiş savaş araç gereçleri ve binlerce subay, binlerce asker Türkiye'ye sokuldu. Yeni üsler kuruldu. Bu arada Türkiye teskerenin reddedilmiş olması ile oyalandı.

Bunun nasıl olduğu, kimlerin Ecevit’in isyan ettiği gibi, ABD’ye ait tank ve toplarla adeta işgal edildiği anlaşılamadı.

Türkiye, sadece askeri araç gereç yanında, on binlerce ABD subayının Türkiye'nin yetki vermemesine rağmen sınırlarından komşu bir ülkeye girmesine göz yumuyordu ve böylece M. Kemal'in yeni cumhuriyetin bekası için isabetle öngördüğü Cihanda Sulh ilkesi yerle bir ediliyordu.

Bu hiç bir zaman komşu ülkelerin dikkatinden kaçmadı. Türkiye, sırf böyle bir skandala yol açmakla komşu ülkelerine karşı egemen devlet olarak sahip olabileceği bütün itibarını yitirmiş oldu.

Orgeneral Başbuğ tarafından yapılan bir açıklamaya göre, İncirlik üssü sadece eğitim amaçlı olarak kullanılabilirdi. Başbuğ, bunun ABD ile yürürlükteki ikili anlaşma esasları doğrultusunda olduğunu ifade etmişti.

Oysa Ş. Elekdağ, ABD’nin İncirlik üssünde her an hazır durumda tutulan atom bombası yüklü iki jet uçağının bulunduğunu söylüyor. Elekdağ, bu uygulamanın halen devam edip etmediğini bilmediğini ekliyor. Konu ile duyarlı olanların meclis soruşturma girişimi ise “gizlilik” gerekçesi ile geri çevriliyor.

Gizlilik ilkesi, kimi zaman anlaşılmaz boyutlara varabiliyor. Hatırlanacağı üzere, ABD Irak işgali sonrasında da İncirlik üssü üzerinde odaklaşan yoğun pazarlıklar yapılmış ve bu bağlamda ABD’nin ilave üstler istediği, buna Karadeniz ve çevresi de dahil olduğu ileri sürülmüştü.

Bu doğrultuda yöneltilen sorulara ise Türk yetkilileri, bu görüşmelerin gizliliğini gerekçe göstermekte ve yanıtlamaktan kaçınmaktadır. Oysa bir ülkenin bir başka ülkeye topraklarında üs sağlaması boşuna değildir ve üs kurulacak ülkenin çevresindeki ülkelere yöneltilmiş tehdit anlamını taşır. Bu nedenle, halkın doğrudan canına kastedecek bir tehdit yaratacak üs verilmesi konusunda aydınlatılması kaçınılmaz bir gerekliliktir.

ABD ile Karadeniz veya Akdeniz’de yeni üs verilmesi hususu, örneğin, bölgenin güçlü devletleri Rusya ve İran için bir tehdit anlamını taşır. Bu tehdit, ülke yöneticilerine olduğu kadar halkın kendisine de yöneltilmiş olmaktadır.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder