25 Eylül 2010 Cumartesi

Burjuva Egemenligi ve Dinci Oligarşi

AKP liderinin referandumda kendinden yana açık tavır alması konusunda TÜSİAD’ı hedef alması burjuvazi için çok tipik bir durum. Bu konu İşçi Davası içinde daha önce de ele alındı. Bu duruma bakarak mantıklı gibi görünse bile, burjuvazinin AKP’yi gözden çıkardığı sonucunu çıkarmaya gitmeye gerek yok. Zaten siyasi iktidar ile ideolojik egemenlik birbirinden farklı kavramlar. Burjuvazi egemenliği bir siyasi parti temsilciliğinden çok öteye giden çok daha kapsamlı bir süreç. Değil halkın önemli bir kısmının temsilcisi olan bir parti ile ayrı kamplarda yer almak, parlamenter sistemin topyekün ortadan kalmış olması bile tarihsel olarak egemenliği hayatiyetini koruyor olduğu sürece değişen bir şey olmaz. En kötümser senaryoda bile, referandum ile zaten girilmiş olan kargaşa ortamında ülkenin kamplara bölünmesi fırsatı değerlendirilir ve rejim içinde çoktandır rafa kaldırılmış çoğulcu anlayış iyice bir kenara itilir ve yeniden dengelerin burjuva yararına olana kadar polis devletinden militarizme ve son olarak bonapartist ve faşist rejimlere rahatlıkla dönüşebilir.

Yine de bu sözü edilen iktidar – burjuvazi karşıtlığının üzerinde durulmaya değer yanları yok değil. AKP’nin temsilciliğini yaptığı dinci oligarşinin yükselişi ve giderek büyük burjuvazi olarak tanımlanan ve onun dincisi dinsizi bir bütün olarak burjuvazinin tümünün çıkarlarını aralarında çıkar çatışmaları ve bunun siyasi sonuçlarını asgaride tutma çabasının AKP’nin yükselişi ile ciddi bir darbe aldığı gözleniyor. Bu durum sadece ülkemizde değil, ama öteden beri ABD’de yaşanan durumdur ve şimdi de Avrupa’nın aynı süreç içine girdiği gözlenmektedir. Bu süreç, geleneksel olarak kapitalist sisteme atfedilen demokrasi, kişisel hak ve özgürlükler, vs. gibi çağdaş döneme ait nesnel koşullardan kaynaklanan özgürlükçü değerlerin yerini esas itibarı ile demokrasi dışı cemaat ve dinci oluşumlar marifeti ile öznel dayatmacı anlayışın yerleştirilmesi biçiminde kendini göstermektedir. Bu durum, belki de akıllara burjuvazinin artık sözü edilen tarihsel egemenliğinin sorgulanması gerektiğini getiriyor.

Yeri gelmişken, burjuvazinin "demokratik" cübbesini belki de bir daha hiç giymemek üzere bir kenara attığı söylenebilir. Bundan çıkartılacak sonuç, birçok iyi niyetli tatlısu devrimcileri için hiç de iç açıcı olmayacaktır. Burjuvazi demokrasisi eğer geleneksel yapısını sürdüremez ve bugün olduğu gibi yaşamını sürdürmek için arayış içine girmişse, artık demokrasi talebi ile yollara düşenler için yapacak bir şey kalmamış demektir. Burjuvazinin demokratik talepleri karşılayacak durumu kalmamıştır. Nitekim dünyata ve Türkiye'de yaşanan akıl almaz bir geri gidiş bunu kesinlikle doğrular niteliktedir.

Ayrıntıya girmeden, bir düzeltme yapmak gerekiyor. Dinci ideoloji derken, bir toplumsal sisteme karşılık gelen bir ideolojiden çok onun bayağı günlük kullanımı kastedildiğine değinmek gerek. Yoksa din feodal sistemin toplumsal ideolojisi olmuştu. Yani feodal güç dinden kaynaklanıyordu. Kral veya imparatorlar, yüce tanrının temsilcileri idiler.

Ama feodalizmin yıkılması ve yerine kapitalist sistemin kurulması ile dinin bu özelliği sona erdi. Artık burjuvazinin güç kaynağı burjuva demokrasisi oldu. Kapitalist sermaye birikiminin oluşması ve zengin de yoksul ayrımının ortaya çıkması ile bu sefer güç kaynağı maddi zenginlik oldu. Burjuva demokrasisi de onun güvencesi burjuva demokrasisi herkesin eşit olduğunu söyler. Yani zengin ve yoksul fark etmez. Zenginlik ve para (sermaye) tek güç olunca, ona sahip olan güce sahip olmuş oluyor. Güçlü olan da egemen oluyor.

Yoksa din güç olarak ortaya çıkınca, zenginin karşısına dikilebilir. Bu burjuvazi için hiç istenmeyen bir durumdur.

Zaten Avrupa'da kapitalizmin öncülüğünü yapan reform hareketi, gözünü iktidara diken kentsoylu zenginlerin feodaliteye karşı eyleminden başla bir şey değildi. .

Günümüzde her bakımdan ciddi bunalım içinde olan kapitalist sistemin dini ritüellere giderek daha fazla sarılması ise çok daha başka bir durum. Eğer kapitalist sistemde oligarklar var ise, bunun dini oligarklara dönüşmesi kabul edilemez. Çünkü dinin zenginliğe alternatif bir güç olduğu sonucu çıkar ki, bu kapitalist sistemde kabul edilebilir bir şey olamaz.

Burjuvazinin en başta dışladığı dini söylemlere yeniden sarılması ise anlaşılır bir durum, ancak onu toplum ideolojisine dönüştürmesi söz konusu olamaz. Bugün "dinci" olarak değerlendirilen veya dinin giderek yaygınlık kazandığı ülkelere yakından bakıldığında, bu gelişmenin toplumun maddi güce dayalı egemen sınıf yapısında hiç bir değişikliğe yol açmadığı anlaşılacaktır. En bağnaz ülkelerde bile, din egemen ideolojinin çok sayıda bileşenlerinden sadece biridir ve hiç bir zaman bunun ötesine geçemez.

Vatikan, muazzam bir kapitalist ilişkileri olan devlettir. Son zamanlarda İslam'ın yükselişinin arkasında kitlelerin dini duygulara giderek yakınlık duymaya başlaması değil, Suudi sermayesi yatmaktadır.

Dinci ideoloji bir bütün olarak feodal toplumun çimentosu olmuş ve egemen sınıf için gücün kaynağı niteliğini kazanmıştı, ama bu durum, onun yerine geçen kapitalist toplum için hiç de esin kaynağı olmadı demek değil. Kapitalist sistem, gerçekte ilk ortaya çıkışını dine karşı tavır olarak ortaya koymuş ve dinci bağnaz geleneği parçalamak amacıyla dinde reformu uygulamaya sokmuştu. Fakat bu onun güçten azat edilmiş de olsa, din olgusunu çöpe atmasını gerektirmiyordu.

Din, kapitalist toplumun altyapısını oluşturmuyor idiyse de, onun üst yapısı, yani sermayenin egemenliğinin bileşenlerinden biri olmayı her zaman sürdürmüştü. Doğuda ve Batıda, günümüzdeki gibi hezeyana varan ölçüde olmasa bile, din kapitalist sistemin üstyapısını oluşturan ideolojisinin bir parçası olmayı her zaman sürdürdü.

Ne var ki, günümüzde artık bir dünya sistemi haline gelmesine karşın her zamankinden daha zor durumda kalan kapitalizm, gerek metropol ülkelerde, gerekse periferide, yani gerek zengin Avrupa ve ABD'de ve gerekse fakir ülkelerde giderek daha fazla esas olarak “laik” olarak nitelendirilebilecek kapitalist ideolojinin içinde yükselme eğilimine girdi.

Çok uzağa gitmeye gerek yok. Avrupa demokrasilerinde (!) yaygın olarak tanık olunuyor. Avrupa'nın gerçekte bir Hıristiyan Birliği olduğu ortaya çıktı. Vatikan, bunun özde olduğu gibi, biçimsel olarak da hayata geçirilmesi için var gücü ile çalışıyor. Yeniden yazılmaya çalışılan Avrupa Anayasa'sı girişinde Hıristiyanlığa atıf yapılarak bunun ilk adımı atılacak.

Medeniyetler çatışması, dini temellerde Hıristiyan-Müslüman zıtlığı olarak sergileniyor.

Bu durum Dinci Oligarşi olarak tanımlanabilir; ama bu Oligarşi kavramı ile olduğu gibi, kapitalist toplumun hakim sınıf ve sömürülen sınıf yapısını gizlemeye çalışan bir tanımlama olan Oligarşi kavramı için ilave açıklık sağlamaz.

Oligarşi denen hakim çevreler, gizemli, mistik veya ruhani bir güç değil. Tam tersine, bizim gibi sıradan insanlar olan ve kapitalist sistem içinde hakim sınıfı oluşturan, adına “resmi” söylemde burjuvazi dediğimiz kapitalist, sermayedar, para babası veya patron diye tanımlanan insanlar. Bu insanların hiçbir özgün, farklı veya onları sıradan insanlardan, işçi, memur, öğretmen, asker vs. ayıran bir ekstra vasıfları yok. Sadece kapitalist ilişki içinde hakim kesimi oluşturmaları, sahip oldukları parasal güçten kaynaklanıyor. Bir başka güçten değil.

Oligarşi denen patronlar sınıfının güç kaynağı, eskiden olduğu gibi bir tarikat şeyhi, imam, ya da bugün olduğu gibi, asker veya polis gibi resmi veya mafya, çete gibi gayrı resmi silahlı güce sahip olanlar hiç değil.

Oligarşi tanımı ile sadece parasal (yani sermaye ve üretim araçları sahipleri) güce sahip patronlar (sermaye sahibi, kapitalist, burjuvazi) güce sahip olanlar anlaşılacaksa, o zaman illa bu tanımı kullanmada ısrar neden? Üstelik Dinci Oligarşi tanımı yaparak bu kapalılığa bir de karışıklık eklemek neden? Paranın dini olduğu nerede görülmüş?

Günümüzde, özellikle ekonomik gelişmişlik düzeyi açısından yaşanan sıkıntıların insanları geleneklerine bağlı kılmaya ittiği İslam dünyasında tarikat şeyhleri, vs. gibi dini liderlerin hükmü, ancak onların sermaye sahipliliği ölçüsünde olabiliyor.

Zaten bu nedenle, Türkiye’de örneğin o kadar çok sayıdaki tarikatlar arasında, ekonomik güç sahibi olanlar öne çıkıyor ve etkilerini genişletebiliyorlar. Bu nedenle dünya nimetlerine her zamankinden daha fazla ilgi duyuyorlar ve yoğun bir biçimde zenginleşmek için ellerinden gelen çabayı gösteriyorlar.

Günümüzde hakim tek güç para, sermaye. Bunun dışında dini, askeri, polisiye, vs. güçler ikinci planda kalıyor.

Kuşkusuz hiç yok değil, ama sermaye dışındaki güçler ancak sermayenin gücünü tamamlayan, onu destekleyen ikincil güçler.

ABD, İslam’a karşı savaş açtı. ABD’li şahinler, İslam’a karşı Haçlı Seferleri başlattı. Bu tür seferler, din uğruna ve din güdüsü ile değil, ama emperyalistlerin sahip olduğu tahrip gücü muazzam düzeylere çıkan ve hepsi de ekonomik güç ile elde edilebilen silahlarla düzenleniyor. Belki de ana amaç, ABD’de silah sanayisine yeni piyasa olanakları sağlamak. Haçlı seferleri ile amaç Hıristiyanlık dinini yaymak değil, emperyalist sömürüyü gerçekleştirmek.

Oligarşinin, eğer sermaye düzenini illa oligarşi diye tanımlamak gerekiyorsa, dinci olanı, din “sömürüsü” falan yapmıyor. Din “sömürüsü” kimsenin karnını doyurmaz, yeter ki gerçek sömürüyü kolaylaştırmak, gizlemek, yani sermaye sömürüsüne katkıda bulunmak için kullanılmamışsa. O zaman Dinci Oligarşi bize hiçbir şey anlatmaz.

Dinin bizde ya da ABD’de veya diğer bazı ülkelerde yükselmesi, hiçbir şekilde yeni bir durum değil. Din eğer tehlike ise (kuşkusuz, sermaye sömürüsüne yardım ve yataklık eden her şey tehlikelidir), bu tehlike her zaman vardı. Hiç kuşku yok ki, “laikler” olarak tanımlaman kesimin varlığı böyle bir tehlikenin bertaraf edilmesi için hiçbir zaman bir güvence olamaz. Çünkü onların da sermayenin sömürüsüne dur demedikleri ortada. Tersine, laikler sermaye sömürüsü içinde olanlar veya bu sömürüden pay alma yarışında olanlardan oluşuyor.

Laiklerin din konusunda haklı olduğu bir yan var ise, o da dinci anlayışın yükselmesinin zamanla farklı dinci anlayışlar arasındaki zıtlıkların ve çelişkilerin derinleşmesi ile, ulusun bütünlüğünün giderek din temelinde zedelenecek olması.

Aynen Irak ile olduğu gibi. Orada da bizdeki Hanefi-Alevi iki başlı din anlayışı var. Bu tüm ülkeyi çok ciddi bir kırılma noktasına getirebilir ki, bu hiç de istenilecek bir durum değil.

Dini ritüellerin modern dünyamızda bilimsel rasyonellik ile giderek daha fazla zıtlık içinde olduğu biliniyor. Gençlere dini eğitim verilmesi ve dinin benimsetilmesi giderek zorlaşıyor. Çünkü günümüz dünyasında rasyonel bilgi geçerli oluyor. Çocuk ve genç insan, “neden” sorusunu soruyor.

Bu durum, dini eğitimde rasyonel olmayan unsurların kullanılmasını zorunlu kılıyor. Bunların başında da, ezber geliyor. Bu ezberi bozan farklı anlayış içeren inanışlar batıl olarak ilan ediliyor. Aleviliğin Yahudilikten daha tehlikeli olduğu inancı din eğitiminde böyle bir akıl dışı yöntem izleme zorunluluğundan kaynaklanıyor. Alevilikte din büyüklerinin farklı bir gözle bakılması çok tehlikeli kabul ediliyor. Zira bu durum, din eğitiminde akılcı ve eleştirel bir yaklaşıma yol açabilir ki, temelde tüm dini bütünlük sarsılabilir.

Laiklerin bu endişesi ne kadar haklıysa, dincilerin de kendilerine göre o denli haklı gerekçeleri var kapitalist sistemi ayakta tutmak için. Bu nedenledir ki, burjuvazinin her kesimden temsilcileri AKP ve onun liderlerine adeta tapıyorlar. Laiklerin ulusal bütünlüğün zedelenmesi uyarılarına kulak tıkıyorlar.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder