2 Mart 2011 Çarşamba

Müflis Liberal Aydınlar ve Cumhuriyetin Geleceği

Sosyalist sistemin çözülmesi ile ABD’nin karşı karşıya kaldığı en büyük sorun, artık NATO’nun varlığını gerektiren koşulların ortadan kalkmasıydı. NATO, 2. Paylaşım Savaşı sonrasında, savaştan tükenmiş halde çıkan Avrupa devletlerini komünizmin yayılmasına karşı korumak için kurulmuştu. Ama artık ne Sovyetler Birliği ve ne de sosyalist sistem kalmıştı. Oysa bütün kapitalist ülkelerde açık ve gizil Gladio tipi yeraltı faaliyetleri ile komünizmi önlemede sergilediği başarı yanı sıra, NATO’nun geçen zaman içinde piyasa ekonomisi ve onun can damarı savaş sanayisinin ayakta tutmada için vazgeçilmez olduğu ortaya çıkmıştı. Kapitalist ülkelerin bir araya gelerek NATO içinde oluşturulan askeri güç komünizm tehlikesini bahane ederek dünyanın dört bir köşesinde başta ABD olmak üzere emperyalizmin yayılmasına, buralarda sayısız askeri üs, personel, silah, nükleer başlık, vs. konuşlandırılmasına ve esas itabı ile Amerikan ve Avrupalı savaş sanayiciler için muazzam pazar oluşturulmasında hayati önem taşımaktaydı.

Ama artık kapitalizmin ezeli düşmanı yoktu. Onu boydan boya çevreleyen Demirperde ve son ayakta kalan simgesi (!) Berlin duvarlarının çözülmesi ile ortadan kalmıştı. Şimdi sıra Kuzey Atlantik ülkelerini “şer merkezine” karşı korumak üzere kurulmuş NATO savaş makinesine de gerek kalmıyordu. Ama bu savaş sanayicileri ve tüm emperyalist ülkeler için korkulu bir rüyaydı.

Hiç kuşku yok ki, Amerikan savaş makinesi Pentagon, sahip olduğu binlerce uzmanı ve sonsuz bir istihbarat kaynağı sayesinde böyle bir gelişmeden pek fazla endişe duymuyordu. Daha 1970’lı yılların ortalarında Brejnev döneminde Sovyet siyasi sisteminin gücünü yitirmeye başladığı ortaya çıkmıştı. O dönemden bu yana 21. yüzyıl için tam bir felaket senaryosu niteliğindeki A, B veya C… planlarını hazırlamaya başlayacaklardı.

Sosyalist sistemin dağılması ile bağlantılı olası ve beklenen bir gelişme durumunda yürürlüğe konacak felaket senaryosuna başrol için Yugoslavya seçilmişti. Senaryoda ana tema, NATO’yu yeni koşullarda düşünülen yeni görevlere hazırlamak ve onun sosyalist sistem yıkıldıktan sonra da kaçınılmaz ve hayati olduğunu dünya kamuoyuna yutturmaktı. Yugoslavya için yazılan senaryonun ana temaları (i) (i) sosyalist sistemin çözülmesi sonrasında işlevsiz kalan NATO savaş makinesi için gerekçe oluşturmak, (ii) Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin her ne sebeple olursa olsun ulusların iç işlerine müdahale edilmemesi anlayışının torpillenmesi, (iii) AB’nin askeri müdahale gücünün aşağılanması ve (iv) AB üzerinde Washington vesayetinin dayatılması olarak belirlendi.

Bundan sonra Yugoslavya için öteden beri başlatılan sürecin son aşamasına geçildi ve emperyalist güçler tarafından parçalanma için düğmeye basıldı. Ama bu süreçte emperyalist güçlerin oynadığı rolün dünya kamuoyundan gizlenmesi, gerçeklerin tümüyle çarpıtılması ve herkes için inandırıcı nitelikte bir aldatmaca ile insanların gözlerinin boyanması gerekmekteydi.

Bugün gelinen noktaya bakıldığında, ülkenin içine sürüklendiği çok yönlü savaşın ne denli bahaneler ve yalanlar ile gizlendiği, ne ölçüde riyakârca ve aşağılık yöntemlere başvurulduğu, insanlık adına öylesine “insani müdahale” yada “müdahale hakkı” gibi mesnetsiz ve asılsız söylemler geliştirdiğini ve bütün bunların insanların beyinlerinin yıkanmasında nasıl büyük bir maharet ve ustalık ile gerçekleştirildiğini görmek insanı hayretlere düşürmektedir.

Yugoslav halkları öylesine talihsiz ve uluslararası emperyalist güçler tarafından başarı ile uygulanan zalim ve insanlık dışı yöntemlere tabi tutuldular, yerlerinden yurtlarından edildiler, öldürüldüler, soykırıma uğratıldılar, insanlık dışı muameleye tabi tutuldular, onurları yerle bir edildi ve insan olduklarına bin pişman edildiler. Ama en az bir bu kadar da acı bir gerçek var ki, Yugoslav tabiiyetli çeşitli ulus ve halklara mensup insanların bu dramına karşı dünya halkları göz gözü görmeyecek yalan ve tahrifat fırtınası içinde adeta gerçekleri görmeyecek biçimde kör edildi; onların masum, suçsuz, yoksun ve yoksul düşmüş insanları ve kitleleri suçlamalarına ve oları yerden yere vurmalarına yönlendirildi.

Temel amaç sadece ve sadece NATO’nun böylesine sözde “meşum katliam ve soykırımı önleme” konusunda varlığı ve sürdürülebilirliği kaçınılmaz nitelik taşıyan bir örgüt olmasını sağlamaktı. Ama bunun için yazılan bu kirli senaryonun içinde kapitalist ülkeler için çok yönlü sömürü ve talan olanağı sağlayacak yöntemler serpiştirilmişti. Şimdi bağımsız devletler halinde örgütlenmeyi sağlayan işbirlikçilerin tümü sonuna kadar ABD ve AB yanlısı serbest piyasacı, kapılarını kapitalist sermayeye açan, ama hemen hemen her ülke örneği ile de anlaşıldığı kadarıyla, dünü ve bugünü karanlık ilişkiler ile tanımlanacak kesimlerden oluşmaktaydı.

ABD emperyalizminin bu hedeflerin gerçekleştirilmesi için Yugoslavya mükemmel fırsatlar sağlamaktaydı. Yazılan senaryo içinde masum insanları katleden caniler olacak ve bunların yasal bir askeri müdahaleyi meşru kılacak katliam gerçekleştirmeleri gerekecekti. Bu senaryonun finalinde ise, Eski Yugoslavya’da işlenen cinayetleri sorgulayan ve bütün bu olup bitenlere çöken bir ulusun yıkıntıları arasında herşeyi kendilerine mal etmek isteyen ve kendi dışındakileri buralardan sürüp çıkartmak, bu da olmazsa onlara soykırım yapan kesim yer alacaktı.

Ama bütün bu sahnelenen komedi içinde en önemli ve uygulamanın başarısı için kaçılmaz nitelik taşıyan rol müflis liberal aydınlara verilmişti. Aynen bir sonraki aşamada “kitle imha silahları”nın olduğu yalanını yayarken olduğu gibi, bu müflis liberal entelektüeller kamuoyunu bütün bu riyakârlığa inandıracaktı.

* * *

Sosyalist sistemin dağılması sonrasında karizmatik lideri J. B. Tito önderliğinde uluslararası arenada sahip olduğu özgün konumu ve çok renkli ulusal kimliği ile Yugoslavya hala daha ayaktaydı. Sosyalist rejime sahip olmasına karşın, onun biraz dışında kalışının da etkisiyle, iç ve dış zaafları onun dağılmasına yol açacak düzeyde derin değildi. Ülkede farklı etniklere mensup kesimlerin çok karmaşık bir iç içelik sergilemesi bir bakıma onun için farklı bir birleştirici unsur olmaktaydı.

Ama yine de emperyalist saldırganlar, fırsattan yararlanmak istiyorlardı. Ülkenin parçalanması için atılan ilk adım, Yugoslavya’nın ulusal birliğinin çöküş nedenini, hakim ulus niteliğindeki Sırpların “Büyük Sırbistan” ideali olduğu yalanına yamandı. Müflis liberal aydınlar, bu yalanın dünya kamuoyuna benimsetilmesinde büyük katkı yaptılar: Suçlu Sırp Miloseviç idi; güya onun etnik bağnazlığı diğer ulusların birlik içinde kalmalarını imkânsızlaştırmıştı.

ABD’nin düzmece senaryosu içindeki yalan havuzundan çekip çıkartılan ve emperyalist amaçları dünya kamuoyuna mal eden gazeteciler, Batılı aydınların moral çöküşünün simgesi haline gelecekti.

Müflis liberal aydınlar Amerikan propaganda makinesinin kendilerine sağladığı her türlü medya sunum olanaklarına sahiptiler. Faaliyetlerini yazılı ve görsel basının en önde gelen mecralarında boy göstererek kendilerine sunulan yalanları karşılığını fazlasıyla ödeyerek sergilemekten çekinmiyorlardı.

Müflis liberal aydınlar farklı nitelikler ve yeteneklere sahiptiler. Ağırbaşlı görünümlü, yetkin ve ileri görüşlü görünen, ama yönlendirilmiş aydın ve yazar kesiminden olanlar yanı sıra, fanatik ve gözü dönmüş olanlar de yer almaktaydılar. Başta Almanya olmak üzere, Avrupa ülkeleri tarafından kışkırtılan ve geçmişinde silah, uyuşturucu ve kadın ticareti ile iştigal eden kesimler öncülüğünde yapılan saldırılar ve savaşlar, bunun yanı sıra Slovenya, Hırvatistan, Bosna ve Kosova ayaklanmaları tümüyle Sırplara mal ediliyordu. Bu arada Sırp liderine kişisel saldırılar yapılıyor ve onun mongol ırk olarak değerlendirdiği Bosnalı Müslümanları katlettiği söyleniyordu.

Bütün bu yalanlar, yürürlüğe konan senaryo çerçevesinde Avrupalı ülkelerin Yugoslavya’ya fiili müdahale ve kışkırtmaları ile birlikte yürütülüyordu. Yugoslavya da bu müdahalelere açık bir zaaf içindeydi. Uzun yıllar ülkeye öncülük eden Tito 1980’de ölmüş, ondan sonra ülke kapitalist sisteme geçiş sancıları çekmekteydi. Bu durum, emperyalistleri çeşitli ekonomik ve siyasi baskı ve müdahale yapmalarına olanak vermekteydi. Ülke sıkıntı yaşıyordu ve ülkeyi oluşturan etnik kesimlerden ayrılık yanlısı tutum sergileyenler gözleniyordu.

Ama gerekçesi ne olursa olsun insani müdahalenin NATO gibi savaş makinesi ile insanlık dışı yöntemlerle ülkeyi yerle bir edecek düzeyde insanların tepesine yağdırdığı bombalarla yapılmaması gerçeği unutulmuş görünüyordu.

BM şartının 2. maddesi, ülke dışına saldırıda bulunmayan egemen devletlere karşı güç kullanımını yasaklar. Viyana Anlaşmalar Hukuku Sözleşmesi, bir ülkenin uluslararası bir anlaşmayı imzalaması için baskı yapılmamasına amirdir. Helsinki Mutabakatı, Avrupa devletlerinin sınırlarını garanti etmektedir. Ama Yugoslavya müdahalesi ile bütün bu uluslararası anlaşmalar ihlal edilmiştir.

Bu hak hukuk tanımayan müdahalede geç kalındığı bahanesi kullanılmıştı. Oysa tam tersine, NATO savaş makinesi olmadık bir zamanda müdahale etmişti. Bu ülkenin bölünmesi ve etnik savaşın körüklenmesine neden olmuş ve Yugoslavya’da yaşayan halkların özgürlük, bağımsızlık ve refahı için çok vahim sonuçlara yol açılmıştı.

* * *

Öteden beri Balkanların çok zengin bir etnik içeriğe sahip olduğu biliniyor. Türkiye de bir balkan ülkesi olmasının yanı sıra, ana karasını oluşturan Anadolu’nun çok eski çağlardan bu yana medeniyetlerin beşiği olduğu ve bu güne kadar çok renkli bir etnik bileşim oluşturacak etnik kimliklere ev sahipliği yaptığı biliniyor.

Bir ulusun farklı etnik bileşime sahip olması, en başta onun sosyal ve kültürel zenginliğine ve bu da sonuç olarak çok yönlülüğüne işaret eder. Farklı etniklerin varlığı hiç de bir “uzlaşmazlık” yada “karşıtlık” anlamını taşımaz. Nitekim cumhuriyet rejimlerinde çok etnikli yapı adeta kaçınılmaz bir durumdur. Ancak ülkenin iç ve dış dinamikleri, zaman zaman bu etnik bileşim üzerinde oynanmasına yol açabilecek gelişmelere gebe olabilir. Nitekim son ulusal referandumda Türkiye Cumhuriyeti içinde, etnik temelde olmasa da, böyle bir ayrışmayı andırır bir tablo ile karşılaşılmıştır.

Gerçekte böyle bir tablo hiç de ileri sürüldüğü gibi, bir ayrışmayı göstermeye yetmez. Kürt etnisitesi ile ilgili ayrışma salt bölgeseldir ve Kürt halkının sadece küçük bir kısmını kapsamaktadır. Bunun dışında, kıyı ve iç kesimlerle ilgili olduğu ileri sürülen ayrışma ise, temelde kaçınılmaz bir durumdur ve bu kesimlerde yaşayan nüfusun doğrudan ekonomik olanaklara sahip oluşu ile ilintilidir ki bu da tümüyle doğal bir sonuçtur.

Ama son günlerde yoğun bir biçimde cumhuriyet ile ilgili tartışmalar; onu oluşturan farklı etnik kimlik ve inanç temelinde yürütülmektedir.

Yukarıda da belirtildiği gibi, Yugoslavya’nın parçalanması, onun zengin bir etnik yapıya sahip oluşundan değil, ama emperyalist saldırganların tezgâhladıkları plan için uygun oluşundandır. Bu ülkede etnik çatışma dış dinamikler ile yaratılmış ve NATO müdahalesi için bahane edilmiştir.

Türkiye’de cumhuriyet rejimi ile ilgili tartışmalarda en can alıcı nokta, yine Yugoslavya, Iran ve daha diğer birçok örneklerde olduğu gibi, ülke içinde Batılı tip aydınların çöküşünü simgeleyen müflis liberal aydınlardan geçilmiyor oluşudur. Ne etnik, ne inanç ayrılığının varlığı bir tehlikedir, ama bu durum üzerinde gerçekten hassasiyetle durmaya değer bir durumdur.

Zira ülkenin üzerinde derinden etkili dış dinamikler ile birlikte ele alındığında, sanki ülkenin başına bir çorap örülmekte olduğunu düşündürecek gelişmeler olduğu anlaşılmaktadır.

Türkiye ekonomisi, başta elini kolunu sallayarak ülkeye giren sıcak paranın yarattığı çok ciddi riskler ile karşı karşıyadır. Sadece bu faktörün bile yeri geldiğinde cumhuriyete ve Türkiye’de yaşayanlara çok ciddi zararları olacaktır.

Bunun dışında, genel olarak küresel düzeyde kapitalizmin içine düştüğü bunalım sürmektedir. Küresel ekonomik bunalımın her an derinleşebileceğine ilişkin gelen yorumlar yanı sıra, ülkede dört bir yanda mantar gibi bitmekte ve seslerini her geçin gün yükseltmekte olan müflis liberal aydınlar ile birlikte ele alındığında, tehlike çanlarının cumhuriyet için çalmakta olduğunu düşünmemek mümkün değildir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder