
Sözü edilen talihsiz ve kaçınılmaz etki, en belirgin olarak
kendini enternasyonal mücadelede gösterir. Bu bağlamda Bolşevik Partisi’nin
ülkesinde başarı kazanması, Marksist pratiğin ilk ortaya çıkışı ile birlikte
öngörülen enternasyonal devrim doğrultusunda onu bütün dünya partileri için
örnek örgütlenme biçimine dönüştürür. Kuşkusuz bu olması gereken bir durumdur;
gerçekten de Rusya gibi Avrupa ve dünya tarihinde önemli bir yere sahip olan
ülkede komünizme geçiş ve sonrasında bunun bir dünya sistemine dönüşmesi onun
tartışmasız bir model olarak alınmasına yol açmıştır. Ama bunun kaçınılmaz olarak
Rusya gibi çöz özgün niteliklere sahip bir ülkede veri koşulların göz önüne
alınması ile birlikte yapılması gerekir. Yaşanan olaylar bunun böyle olmadığını
göstermektedir.
Uluslararası düzeyde oluşturulan ilk örgüt olan Komünistler
Birliği, 2 Temmuz 1847 tarihinde toplandı. Birlik, Marks ve Engels’in
enternasyonal proletarya devrimi ilkeleri doğrultusunda proletaryanın
uluslararası enternasyonal hareketindeki şiarını benimsedi: Bütün Ülkelerin
İşçileri, Birleşiniz! Londra’da yapılan ikinci toplantıda Komünistler Birliği
adını alan birlik, burjuvazinin yıkılması ve proletarya egemenliğinin
kurulması, sınıf çelişkileri esasına dayanan burjuva toplumunun yıkılarak
yerine özel mülkiyetin olmadığı yeni bir toplum yaratılmasını birinci ilke
olarak benimsedi.
Komünistler Birliği, K. Marks ve F. Engels’i Birlik
Manifestosu taslağı hazırlama ile görevlendirdi. Bu şekilde Şubat 1848 devrimi
öncesinde Komünist Manifesto ortaya çıktı. Bundan sonra 1864 Londra’da I.
Enternasyonal kuruldu, ama uzun süreli olamadı. Ancak Avrupa’yı alt üst eden
Alman Fransız savaşı sonrasında işçi sınıfı partilerinin yeniden güçlenmesi ile
1889’da bir araya gelen ulusal işçi partileri II. Enternasyonal’i kurdu. Bu
sefer savaş kredileri konusundaki teslimiyetçi tavrı onun iflasına yol açtı.
Lenin ve Bolşevik partisi 1914’te II. Enternasyonal’i ve lideri Kautsky’i
döneklikle itham etti. R. Luxembourg’un öncülüğündeki Spartakistler 1915
Zimmerwald ve 1916 Kienthal konferanslarında içinde yer aldıkları hain Alman
sosyal demokratlarından ayrıldılar.
III. Enternasyonal - Komintern, 24 Ocak 1919’da önde gelen
komünist partiler tarafından yapılan çağrı ile gündeme geldi. Partilerin
bildirisinde, II. Enternasyonal’in burjuva teslimiyetçi tavrı nedeniyle iflas
ettiği, bunun yerine kurulacak yeni Enternasyonal görevinin enternasyonal
komünist hareketini koordine etmek, yönetmek, çeşitli ülkelerdeki proletarya
hareketini uluslararası devrimin yararlarına bağımlı kılmakla yükümlü bir
mücadele alanını çıkarmak olduğu belirtiliyordu.
Yapılan çağrı üzerine Komintern, Mart 1919’da toplanan
Kurucu Kongrede Lenin’in açış konuşması ile hayata geçirildi. Mayıs 1943
yılında ise kendi kendini dağıttı. Karara gerekçe olarak partilerin özgür
iradelerini kullanmalarının tercih edildiği belirtiyordu.
Komintern'in açılış konuşmasında Lenin, Ekim Devrimi’nin,
proletaryanın devrimci eylemi için izleyeceği somut yol için örnek
oluşturduğunu söyler. Gerçekten de bu biçim, Almanya’da Spartakistler,
İngiltere’de fabrika komiteleri örneğinde olduğu gibi, dünyanın dört bir tarafında
model olarak benimsenmekte gecikmez.[1]
Komintern, dünya devriminde dönüm noktasını oluşturan birçok
olayda belirleyici rol oynadı. Bunların başında, bir dünya devrimini
başlatabilecek potansiyele sahip Almanya’daki proletarya devrimi gelmekteydi.
Bunun gibi Komintern, yine proletarya enternasyonalizmini çok yakından
ilgilendiren sorunları ele aldı. Sovyetler Birliği’nde tek ülkede sosyalizm
ilkesinin benimsenmesi, Avrupa’da yükselen faşizm, Halk cephesi, İspanya İç
Savaşı ve II. dünya savaşı gibi komünist hareket için dönüm noktasını oluşturan
temel sorunlar yer alıyordu.
Komintern, Sovyetler Birliği’nin inisiyatifinde kurulmuştu,
tüm varlığı boyunca da onun etkisi altında kaldı. Öyle ki, proletaryanın
enternasyonal mücadelesindeki tavrını ayrıntılı bir çözümlenmeksizin Sovyetler
Birliğini anlamak mümkün değildir.[2]
Avrupa Komünistleri ve Komintern
Avrupa’da komünist hareketin başlangıcı ile komünist
mücadelenin vazgeçilmez bir boyutu olan enternasyonal mücadele enternasyonal
düzeyde örgütlenmenin eşzamanlı ortaya çıktığını söylemek yanlış olmaz.
Uluslararası İşçiler Birliği ve daha sonra oluşturulan I ve II.
Enternasyonaller içinde de partiler bu anlamda bir araya gelmişlerdi. Çok uzun
ömürlü olamayan I. Enternasyonal sonrasında oluşturulan II. Enternasyonal, esas
olarak Avrupa’da sınıf bilincine sahip partileri gevşek ve sıcak bir ilişki
içinde bir araya getiren uluslararası örgüt niteliğindeydi. Enternasyonal
toplantıları, her zaman sosyalist seçkinlerin coşku ile karşılandığı
uluslararası bir arena niteliğindeydi. Ama II. Enternasyonal’in ihaneti
sonrasında kurulan Komintern için durum farklıydı.
Bir tarafta devrimi gerçekleştiren Ruslar vardı. Onların
karşısında bunun için mücadele eden komünist partiler yer alıyordu. Bir tarafta
merkez vardı; diğer tarafta onların deneyiminden yararlanan partiler. Bir
tarafta enternasyonal mücadelesinin ilkelerini vazeden, bunu çevre partilerin
örgütsel yapısına, devrim anlayış ve geleneklerine özde olmasa bile, biçim ve
taktik açıdan yol somut bir örnek vardı. Bu ilişki öncekilere kıyasla eşit
olmayanların birliği görünümündeydi.
Bu eşitsizlik, kendini her bakımdan belli ediyordu. En başta
nihai hedef açısından bu böyleydi. Bir tarafta devrimi gerçekleştirmek için
çabalayan Avrupalılar, diğer tarafta devrimi korumak ve bunun için bunun için
devrimi bir an önce Avrupa’da yaygınlaştırmak isteyen Ruslar vardı. Belki her
ikisi de, enternasyonal mücadele için aynı kapıya çıkabilirdi, ama en azından
mücadele biçimi ve stratejiler, ilgi alanları farklıydı. Zamanla Avrupa’da
devrimin bir an meselesi olmadığı veya devrim anının kaçırılmış olduğu ortaya
çıkınca, Komintern’in yakın misyonu, artık Sovyetlerin giderek istikrara
kavuşması ile birlikte tamamen değişmiş, Komintern’in bütün ağırlığı, Sovyetler
birliğini savunmak olmuştu.
Enternasyonal devrim ilkesi, Marks’ın yaşamı boyunca ortaya
attığı bir ilke olmuştu. Çünkü tüm dünya devriminin temsil eden oluşum, yani I.
Enternasyonal, uluslararası düzeyde birlik ile ortaya çıkmıştı. Tek tek
ülkelerde devrimin de uluslararası düzeyde olması kaçınılmazdı. Zaten yola
çıkılırken, “bütün dünya işçilerine sesleniş” bu yüzdendi. Zaman içinde bu
doğrultuda yaptığı gözlemler ve en çok da Paris Komünü’nün Fransız
burjuvazisinin vatana ihaneti ve baş düşmanı ile işbirliği yapıp Prusya süngülerine
kurban edilmesi ile ne kadar haklı olduğu ortaya çıkacaktı.
Komintern’in eşitsizlerin bir araya gelmesi sonucu oluşması,
Avrupa komünizmi için gerçekte çok kapsamlı etkilere yol açan bir gelişme
olmuştu. Nitekim bu durum, özellikle Almanya ve Fransa gibi Avrupa sınıf
hareketinde çok önemli yere sahip ülkelerde belirgin bir biçimde kendini
gösterdi. R. Luxembourg, belki de bu açıdan yeni bir enternasyonal fikrine
karşıydı. Belki de eşitsizlerin birliğinin bir vesayet durumu yaratabileceğini
düşünmüş olabilir. Bu durum kaçınılmazdı. Sovyetler, devrimin görkemini temsil
ediyordu. Komintern’in otoritesi, gücü, çok bilmiş ve girift tavrı, her ne
şekilde olursa olsun tartışılmazdı. Komintern, komünist partilerin birliği
değil, gerekte devrimin ihraç edildiği merkezdi. Nitekim gelişmeler de bunun
gerçekliğini ortaya çıkardı.[3]
Komintern’in gücü, sadece Bolşevik partisi ile bağlantılı
değildi. O dönemde Avrupa tam bir çöküntü içindeydi. En gelişmiş sanayi
ülkelerinde, başta İngiltere ve Almanya olmak üzere, işçi sınıfının güçlü ayak
sesleri duyuluyordu. Komintern için dünya devriminin yönetilmesi acil görev
gibi görünüyordu.
Almanya silahlı işçi ve askerlerin ayaklanmaları ile
kesintisiz çalkantılı bir dönem geçirmektedir; ama sosyal demokrasi artık proletaryaya
tam bir ihanet içindedir. Bütün amacı proletaryanın silahlı birliklerini
dağıtmaktır. Bu arada Alman Komünist Partisi AKP içinde de tam bir birlik
sağlanamamıştır. Enternasyonal birçok durumda müdahalede bulunur. 4. Kongrede
AKP içinde işçi hükümetine destek vermek konusunda çıkan tartışmada bizzat
Lenin müdahale eder. Bir sonraki kongrede, AKP’ye kendine yakın partilerle
ilişki kurulması istenir. Bu arada bütün işçi partilerine ekonomide işçi
kontrolünü sağlamak üzere açık çağrı yayınlanır. Zinovyev ve Buharin bunu
oportünistlikle suçlar. Lenin duruma müdahale eder ve Komintern’in tavrının
yanlış olduğunu belirtir.
Komintern’in bu tür müdahaleleri, artık günlük olaylar
haline gelmiştir. Ama bu müdahalelerde her zaman Komintern yönetiminin sübjektif
tavırlarının etkili olduğu söylenebilir. Çünkü Komintern liderlerinden Zinovyev
ve Buharin, aynı zamanda Bolşevik parti muhalefet grubu içinde, bu grubun
öncülüğünü yapar. Her ikisi de enternasyonal içindeki konumlarını bu mücadele
içinde bir mevzi olarak kullanma eğilimindedir. Buna bir de, Alman komünistleri
arasında, geleneksel olarak Komintern’e karşı soğuk tutumu eklemek gerekir.
Dünya devriminin geleceğini belirleyecek bir konuda sorunlar
ortaya çıkar. Belki de bu yüzden, Fransa’nın 1923 Ocak ayında Ruhr’u işgal
etmeleri ile Almanya’da ortaya çıkan devrimci durum tam olarak
değerlendirilemez. Ülke içinde işgale tepki yükselmiş, AKP’nin prestiji artmış,
fabrika komiteleri hareketi yükselmiş ve ülkeyi grev dalgaları kaplamıştı. Bu
sefer Sovyetler bu anlamda biraz geç de olsa harekete geçilmesi
kararlaştırdılar. Radek ve Pyatakov’u hareketi yönetmek için Almanya’ya
gönderdiler. 21 Ekim akşamı, ayaklanma kararı alınır. Ama geç kalınmış ve
Waimar Cumhuriyeti durumu kontrol altına almıştır.
Komintern’in Fransız Komünist Partisi ile olan ilişkileri,
çok daha farklı bir düzeyde kendini gösterir. Bu ülke, Paris Komünü geleneğini
taşıyan sosyalist parti içinden Rusya’daki devrimin etkisiyle ayrılan ve daha
merkezi bir parti anlayışını savunanlarca 1920 yılında, Tours Kongresinde
kurulur. Fransız sol geleneğinin en belirgin özelliği, merkezi örgüt
anlayışının çok gevşek olmasıdır. Oysa Komintern, yalnızca ulusal düzeyde
değil, ama ulus sınırlarının ötesinde bir merkez niteliğindedir. Komintern,
enternasyonal işçi sınıfı mücadelesi ideolojik ve siyasi boyutlarının ötesine
götürerek, örgütsel düzeye de taşımıştır. Ama Komintern ile gerçekte dev
boyutlu bir uluslararası örgüt düşünmüştür. Artık diğer dünya partilerinde
olduğu gibi, FKP yalnızca ulusal düzeyde değil, uluslararası düzeyde bir
merkeze kavuşmuş olmaktadır. Komintern ve FKP ilişkileri, birleşik ve merkezi
bir örgüt içinde yer alan çeşitli hiyerarşi kademelerin ilişkilerinden
ibarettir.
FKP ve Komintern yöneticileri bir araya gelir ve görüşmeler
yapılır. Kimi zaman Komintern yöneticileri, danışma amacıyla düzenli olmayan
aralıklarda çeşitli sorunları görüşmek için en üst kademe yöneticilerinin
tümünü Moskova’ya çağırır. Özel parti yetkilileri, örneğin, FKP başkanı M.
Thorez, önemli olaylarda Moskova ile ilişkiye geçer. Bu arada, Komintern içinde
bir Fransız seksiyonu oluşturulmuştur. Bu seksiyonda çok çeşitli simalar görev
yapar. Bu seksiyonun FKP için alınan kararlarda önemli etkisi olduğu
söylenebilir. Bunun yanında Komintern’in de Fransa’da FKP içindeki gelişmeleri
izlemek üzere daimi temsilcileri bulunmaktadır. Zamanla, bu daimi delegelerin
Fransa içinde çok çeşitli işlerini takip etmek üzere parti içinde bir teknik
kuruluş bile oluşturulur. Artık Fransa Sosyalist Partisi ile II. Enternasyonal
arasındaki sıcak, samimi, fakat gevşek, esnek ve mesafeli ilişkilerin yerini
çok daha sık, çok daha yoğun ve çok daha girift FKP – Komintern ilişkilerine
bırakır.
Alman devriminin başarısızlığından sonra yakın bir gelecekte
enternasyonal devrimin gerçekleşmeyeceğinin ortaya çıkması ile Komintern, bunun
dışında alternatif politikalar geliştirilir. Tek ülkede sosyalizm ve Sovyetler
Birliği’nin desteklenmesi gereği, Komintern ile diğer üye parti ilişkileri
farklı bir nitelik kazanır. Bu ilişkiler bilgi alışverişi yanı sıra, aynı
zamanda tek tek partilerin için karar almaya uzanır. Komintern devrimin
merkezidir. Bu nedenle zamanla, komünist hareketin en gizli kıvrımlarına kadar
nüfuz etmesi kaçınılmazdır.[4]
Rosa Luxembourg Olgusu
Lenin, 2 Mart 1919 tarihinde 29 ülkeden gelen temsilcilerin
katıldığı Komintern açış konuşmasında, toplantıya katılan herkes, Komintern’in
en değerli delegeleri olarak K. Liebknecht ve R. Luxembourg’un anısına saygı
duruşuna çağırıyordu. Komintern açış konuşması, bu işçi sınıfının yılmaz
savaşçılarının alçakça öldürülmesinin hemen sonrasına rastlamıştı: Almanya’da
II. Enternasyonal’in dönek sosyal demokrat partisinden ayrılanlar Alman
Komünist Partisi’nin temelini oluşturan Spartakist hareketini başlatırlar.
Almanya’nın devrime gebe olduğu dönemlerde tutuklu R. Luxembourg, monarşinin
Kasım 1918’de devrilmesi sonrasında serbest bırakılır ve yeniden ajitasyon
çalışmalarına başlar. Aynı yılın sonlarında Alman Komünist Partisi kurulur.
Almanya’da devrim yükselişe geçerken, Alman sokaklarında Spartakist Grubu’na
olan destek giderek artmaktadır. Ocak ayında R. Luxembourg, K. Liebneckt ve W.
Pieck tutuklanır. Alman militarist askerleri, Luxembourg ve Liebneckt’i ve
alçakça öldürür ve ölülerini nehre atar. W. Pieck kurtulur. Bu iki yılmaz Alman
komünist militanının öldürülmesi ile Alman faşizminin kapıları ardına kadar
açılacaktır.
Nasıl Lenin, Rusya’da proletarya devletinin kuruluşunun
simge ismi olmuşsa, Spartakist hareketin öncülerinden R. Luxembourg ve K.
Liebneckt de öylesine enternasyonal devrimin simgeleri haline gelmişti. Daha
1914 yılında, üye oldukları SDP’nin ve onun lideri Kautsky’nin dönekliğini
Lenin ile birlikte ortaya koymuş ve savaşa karşı çıkmışlardı. Daha sonra
özellikle R. Luxembourg, enternasyonal devrimci kimliği ile, Rusya devrimini
yakından izlemekteydi. Bundan büyük bir coşku duymakla birlikte, aynı ölçüde
kimi endişelerini de dile getirmekteydi. Leninist merkezi parti anlayışını
sorguluyor, bunun parti içi demokrasi ve parti tabanının parti içindeki
hakimiyeti açısından sorun oluşturacağını söylüyordu. R. Luxembourg, Leninist
anlamda proletarya diktatörlüğüne de karşı çıkmaktaydı: Burjuva devletinin
başaşağı çevrilerek burjuvazi yerine proletaryayı yerleştirip onu olduğu gibi
kullanmanın kabul edilemeyeceğini söylüyordu. Bolşeviklerin tarımda
kamulaştırmadan vazgeçip topraklarının köylüler tarafından el konulmasına göz
yumulması, belki proletarya sosyalist hükümetinin kurulması için mükemmel bir
taktik olduğu söylenebilirdi; ama genel olarak bunun sosyalist ekonomi ile
yakından uzaktan hiç bir bağlantısı yoktu. Çünkü bunun tam tersi yapılmalıydı.
Komintern içinde 1924 yılından itibaren enternasyonal
hareket içinde birlik sorunun çözümlenmesi gündeme getirilir. Birlik sorunu ile
bağlantılı olarak Sovyetler Birliği içinde muhalefette yer alan gruplara karşı
yürütülen mücadele, Komintern yöneticileri tarafından farklı bir düzeyde ele
alınır. Buna göre, uluslararası devrimci hareketin deneyleri, bu sorunlarda
Leninizm'in doğruluğunu kanıtlamıştır olduğu söylenir. Burada R. Luxembourg’un
Ekim Devrimi hakkında çok ses getiren eleştirilerine atıf vardır.
Gerçekte Komintern’in misyonu burada bir kez daha belirgin
bir biçimde ortaya çıkmıştır: Artık dünya devrimi sorunu, Ekim Devrimi’nin
yaşatılması sorununa dönüşmüştür. Bu kuramsal olarak ne kadar talihsiz bir
durum olsa da, pratikte ise o kadar doğrudur. Çünkü o günlerde Ekim Devrimi’nin
durumu öylesine hassas bir noktaya gelmiştir ve yaşatılması için çok büyük çaba
gösterilmesi gerekmektedir. Ama öte yandan R. Luxembourg gibi, bilgisi ve
deneyimi ile eşsiz birinin eleştirilerine bir o kadar da ihtiyaç olduğu çok
açıktır.
Partilerin Bolşevikleştirilmesi
1924 yılı içinde, Komintern,
partilerin“Bolşevikleştirilmesi” sloganını ortaya atar. Zinovyev’e göre Komintern,
ilk kuruluş dönemine has atılımını gerçekleştirmiştir. Ama daha sonra 1924
yılına kadar süren dönemde emperyalizmin yenilmesinin kolay kolay mümkün
olmadığı anlaşılır. Artık içinde bulunulan üçüncü dönemde karşı karşıya kalan
sorunların başında Bolşevikleşme gelmektedir. Komünist partiler, şimdiye kadar
ana hatları ile oluşturulmuş, Komintern içinde belli bir yere gelinmiştir;
şimdi sıra Bolşevikleştirmededir.” Bolşevikleştirme bir kez sağlandığında,
artık Avrupa’nın başında tam bir “hayalet” dolaşmaya başlayacak, kendisine
karşı burjuvazinin yürütmekte olduğu komplolara karşı çıkacaktır.
Zinovyev, partilerin Bolşevikleştirilmesi ile ilgili
Almanya’da Komintern’in tavrı ile ilgili örnekler verir. Almanya’da sorun,
Alman Komünist Partisi’nin Bolşevikleştirilmesidir. AKP Bolşevik partiye
yakışmayan yanlışlar içindedir. Frankfurt Kongresi öncesinde parti, sendikalar
konusunda yanlışlığa düşmüştür. Parti bunu kuramsal ve pratik çalışması içinde
telafi etmelidir. Aynı anda hem Brandler oportünizmi ve hem de partiyi işçi
kitlesinden kopartacak sol soyutlaşmaya karşı mücadele etmelidir. Son
seçimlerde AKP bir milyon oy kaybetmiş ve bundan daha fazla oy sosyal
demokratlara gitmiştir.
Komintern içinde ortaya atılan Bolşevikleşme sloganına biraz
daha yakından bakıldığında, bunun sınıf partisi kavramı ile ilgili tartışmayı
bir kez daha gündeme getirmesi bir yana, Sovyet liderleri açısından
karşılaşılan sorunlara pratik ve kestirme çözüm bulma çabası olduğu görülür.
Bolşevikleştirme ile kastedilen, demir disiplinli, bir çekirdek kadro
çevresinde oluşturulmuş parti liderliğinin partiyi demokratik merkeziyetçi
anlayışla yönettiği bir parti anlaşılmaktadır.
Böyle bir parti anlayışı, karşı karşıya kalınan iki önemli
sorunu da çözecektir. Bir tarafta ağırlıklı olarak Sovyetler Birliği içinde
Troçki ve çevresinde oluşturulan parti içi muhalefet hedef alınır, diğer
taraftan da enternasyonal düzeyde R. Loxemburg’un görüşlerine karşı mücadele
başlatılır. Komintern içinde Zinovyev, bunu kuramsal bir düzeyde dile getirir.
Zinovyev’e göre, dünya devrimci hareketi içinde gelinen noktada, enternasyonal
partilerinin karşı karşıya kaldığı en önemli sorun Bolşevikleştirmedir.[5]
_________
[1] R. Luxembourg, II. Enternasyonal içinde kalınmasını ve
esas olarak onun oportünist Alman Sosyal Demokrat Partisi (SDP) içinde mücadele
etme görüşünü savunuyordu. Bu nedenle, Alman komünistlerinin genellikle
Komintern’e sıcak bakmadığı bilinmektedir. Bu yüzden Komintern’in Almanya
temsilcileri kuruluş kararının oturuma katılmadılar; ama bu karara uyulacağı ve
bunun Almanya’da savunacağı belirtildi.
[2] İlk kuruluş yıllarından itibaren Komintern
politikalarının belirlenmesinde Lenin’in yanı sıra, esas olarak Sovyetler’de
Bolşevik parti içinde Troçki, Zinovyev, Buharin gibi muhalefet grubunda yer alan
ve daha sonra partiden tasfiye edilen önde gelen isimlerin yer alması
ilginçtir. Troçki’nin yanı sıra, kuruluşundan sonra 1926’ya kadar III.
Enternasyonal’in başkanlığını yapan Zinovyev, Stalin’e karşı yürütülen muhalif
grubunun lideriydi. Lenin’in vasiyetnamesinde partinin sevgilisi diye nitelenen
Buharin, Zinovyev’den sonra III. Enternasyonal başkanı oldu. Ama o da Zinovyev
gibi III. Enternasyonal ve parti politbüro üyelilerinden alındı ve gözden
düşürüldü.
[3] A. Kriegel, bu konuda, bir kuşkuya yer olmadığını
belirtir. Fransız Komünist Parti örneğinden hareketle, III. Enternasyonal
yöneticilerinin, komünist partilerin politik ve ideolojik tüm faaliyetleri ve
teşkilatı hakkında sadece ayrıntılı bilgi almakla yetinmediğini, ama aynı
zamanda bu konularda karar vermeye yetkili gördüğünü söyler. A. Kriegel,
Fransız Komünistleri, May Yay., s. 238.
[4] Kuşkusuz, bu tür devrimci etkilenme ve bir yerde
devrimin ihracı anlamına gelebilecek ilişkiler, her iki taraf için çok olumsuz
sonuçlar yaratabiliyordu. Yine A. Kriegel’in verdiği M. Thorez örneği çok
tipiktir. Komintern’in kaçınılmaz etkisi, kendini siyasi mücadelenin her
alanında olduğu gibi, tek tek kişiler üzerinde de gösterir: Komintern, yeni FKP
lideri olarak Doriot ile Thorez arasında tercih yapmakta tereddüt eder. 1932
yılında Doriot, FKP’nin son seçim yenilgisini Komintern’e anlattıktan sonra
Paris’e geri döner. Thorez başarı için kişisel yetenek ve becerilerin kimi
zaman yeterli olmayacağını bilen biridir. Moskova’da kalışını on gün daha
uzatır, bu arada Komintern’e Paris bölgesi parti örgütünün ademi merkeziyetçi
yapıya doğru kaydırılmasını benimsetir. Böylelikle bölge Doriot’un etkisinden
çıkartılmış olur. Bundan on sekiz ay sonra, Doriot, Komintern’in bir kaç defa
komünizmin başkentine gelmesi yönündeki ısrarlı çağrılara katılmaz. Bu durum
Thorez’e yarayacaktır. Böylelikle, Komintern’in etkilemesi ile FKP’nin başına
şansı olmasa da hırslı, özentili ve tutkulu, ama aynı zamanda vurdumduymaz biri
geçebilmiştir. A. Kriegel, aynı eser, s. 192.
[5] A.Kriegel, Sovyetler’in Komintern aracılığı ile,
uluslararası düzeyde yürütülen Bolşevikleştirme hareketinin Fransız Komünist
Partisi üzerindeki etkilerini aktarır. Ona göre FKP, bir çok bakımdan Rus
Bolşevizminden çok farklı gelenekten gelmektedir. Bir kere, Fransız solunun
siyasi mücadelesi devrimci sendikacılığa dayanır. Sendikacılığın tek başına her
şeye yeterli olduğu, bu sayede sosyal devrimin gerçekleştirileceği ve sınıfsız
toplumun kurulabileceği düşünülür. Oysa Rus geleneği sendikal hareketi ekonomik
sapma sayar. Partinin sendika dahil her şeyin üstünde olduğu anlayışı,
Leninizm’in en belirgin ilkelerinden biridir. Komintern Bolşevikleştirme
hareketi doğrultusunda sendikaların, Komintern’in 9. ve 10. maddelerinde
belirtildiği gibi, partiye bağlanmasını ister. Ama FKP kongresinde biçim olarak
olmasa bile, öz olarak Komintern’e aykırı karar taslağı kabul edilir. Bu
nedenle FKP’de Bolşevikleştirme hareketinin tamamlanması için, parti içindeki
geleneksel sendikacılar kuşağının tasfiye edilmesini beklemek gerekmiştir.
Bundan sonra CGT ikiye bölünür, komünistler ve devrimci sendikacılardan oluşan
CGTU içinde sendikacılar tasfiye edilir. Komintern, CGTU kongresinde,
sendikanın parti ile sıkı işbirliğini ilan etmesini ister. Bunu sakıncalı bulan
FKP’nin, daha yumuşak bir yaklaşım sergilemesi, Komintern tarafından ağır bir
hata olarak yorumlanır. Ama zaman içinde Fransız geleneği ağır basar, iki
sendika birleşir ve böylece klasik ve geleneksel Fransız sendikacılık anlayışı
yeniden benimsenir. Bu birleşme komünistlerin sendikal alanda büyük çapta
başarılı olmasını sağlar; komünistlerin etkisinde olan altı federasyona yirmiye
yakın diğerleri katılır. FKP’nin zamanla daha da güçlenen CGT içindeki
başarısının temelinde, partinin “yönetici rolü” tanımlamasının, sendikal birlik
stratejisi açısından taktik bir engel olduğunun anlaşılması, eskiden dile
getirilerek yapılan şeyin, bundan böyle söylenmeden yapılmasıdır. Bolşevikleşme
hareketinin ikinci yansıması, yine geleneksel Fransız sol geleneği içinde
temelli bir değişikliğe yol açar. Geleneksel anlayışta, komün, il ve ulusal
düzeyde örgütlenen parti hiyerarşisinde her kademedeki örgüt için geniş bir
özerklik esastı. Parti içi iktidar ve otorite öylesine dağılmış ve yayılmıştı
ki, zaman zaman parti üyeleri, grupları, hizipleri ve akımları arasında asgari
uyuşma olduğunu doğrulamak için ulusal kongreler düzenlenirdi. Ama
Bolşevikleşme ile birlikte getirilen hücre, seksiyon, bölge ve merkez komitesi
komünist örgütlenme şeması Leninist demokratik merkeziyetçilik anlayışından
esinlenir. Artık iktidar, otorite ve karar sürecinin başlangıcı merkezde, en
üst düzeydedir. Bolşevikleşme ile getirilen bir başka yenilik ise, parti
kadroları ile ilişkilidir. Fransız sol geleneğinde, tabandan gelen militan
girişimlere ağırlık verilirdi. Ama 1924 yılı ile birlikte profesyonel
devrimcilik anlayışı getirilir. Partinin katı ve sağlam çekirdeğini artık
profesyonel devrimciler oluşturur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder