
Farklı
sınıflar arasında karşıtlık ve aralarında mücadele, insanlık tarihini
biçimlendiren temel olgu olmaktadır. Kapitalist topluma gelindiğinde tarih
sahnesine çıkan iki sınıf; işçi sınıfı ve sermaye sınıfı çıkarları taban tabana
zıttır. Diyalektik materyalizm, bu karşıtlığın tez ve antitezi oluşturduğu ve
artık bunların sentezi ile bundan sonra sınıfsız topluma geçileceğini ortaya
koyar.
Marksist
sınıf tanımının, öncekilere kıyasla temelli farklılıklar gösterdiğini belirtmek
gerekiyor. Sınıf olgusu, üretim sürecine katılım biçimi, üretim araçları
sahipliliği ve bu ilişkiler bağlamında oluşan kolektif sınıf bilinci ile ortaya
çıkar ve biçimlenir.
Sınıfı
belirleyen bu unsurlar, soyut bir üretim modeli, örneğin Marks’ın yeniden
üretim modeli içinde daha açıklıkla anlaşılabilir. Böyle bir modelde, en
yalın biçimiyle üretim ilişkileri, emek + sermaye -> meta biçiminde
tarif edilir. Bu modelde ilişkiye giren taraflar olarak sadece iki sınıf yer
alır: işçi sınıfı ve sermaye sınıfı.
Burjuva
toplumunda işçi sınıfı “özgür emekçi” niteliğindedir. Üretim modeli soyutlaması
ile işçiler kim için, nerede ve ne zaman çalışacakları hakkında hiçbir
zorlamaya tabi değildir. Artı, örneğin toprak sahibi köylüden farklı
olarak, satacağı işgücü dışında hiçbir mülkiyete (geçimlerini sağlamak
için) sahip değillerdir. Bu nitelikler, model içinde işçi sınıfının yer alış
biçimini tanımlar.
Burjuva
ise, üretim sürecine, üretim araçları sahipliliği ile (sermaye koyarak)
katılır.
Marks'ın
yeniden üretim modeli, gerekli olan tüm kavramları yalın, ama eksiksiz olarak
verir. Kapitalist toplumda işçi ve burjuva sınıfları yanı sıra başka sınıfların
da var olduğu görülür. O halde, bu sınıfların konumunun model içinde
belirlenmesi gerekir. Bunu yapmak için, Marks’ın modelinde izlediği yöntemin
aynısı uygulanabilir. Marks, yeniden üretim modelinde en basit durum olan basit
yeniden üretimden başlar. Bu en yalın biçimi elde etmek için kullanılan
varsayımlar kaldırıldığında, model giderek karmaşıklaşır. Basit halinde artı
değer yoktur. Bu durumda sadece kendini yenileyebilir. Artı değerin elde
edildiği durumda model, genişletilmiş yeniden üretimi modeline dönüşür.
Benzer
şekilde, modelin içinde yer alan sınıf varsayımı değiştirilir ve işçi ve
burjuva yanında, örneğin, köylülük dahil edilirse ne olur?
Üretime
katılış biçimi ile ele alındığında, köylülük emekçidir; o halde, emek +
sermaye için verilen modelde, emek tarafında yer almalıdır. Ama, öte yandan
aynı zamanda bir üretim aracı niteliğindeki toprak sahibi olan köylü, modelin
diğer tarafına da uygun düşmektedir. Demek ki, Marks'ın yeniden üretim modeli,
köylülük için uygun düşmüyor.
Köylülük
ile karşılaşılan sorun, esas olarak onun bir önceki feodal döneme özgü sınıf
oluşu ile bağlantılıdır. Demek ki köylülük, kapitalizmin ilk aşamasında önceki
üretim tarzına özgü olsa da var olmayı hala daha sürdürmektedir. Bu tespit
doğrudur; nitekim ancak kapitalizmin yaygınlaşıp tüm kesimleri içine aldığı ve
eski üretim tarzlarını tümüyle tasfiye ettiği zaman köylülük ortadan
kalkmaktadır. Nitekim bugün gelişmiş kapitalist ülkelerde olan da budur.
Köylülük yanı sıra, geleneksel tarım ekonomisi bile zamanla tasfiye edilmekte
ve tarım üretimi modern kapitalist çiftliklerde, kapitalist sermaye aracılığı
ile yürütülür hale gelmektedir.
Aynı
durum, küçük burjuva olarak tanımlanan esnaf, zanaatkâr, vs. gibi sınıflar için
de geçerlidir. Onların modeldeki konumu da köylülük ile benzeşir. Üzerinde
ayrıntı ile durmaya değmez. Bu kesimlerin günümüzde her adımda silindiği ve
ortadan kalktığı görülmektedir zaten.
O
halde, Marks'ın üretim modeline uymayan sınıf ve tabakalar, kapitalizm sonrası
değil, önceki döneme has olmaları nedeniyle, bu sınıf ve tabakalarla
ilgili karşılaşılan sorunlar da esas olarak kapitalimi ilgilendirmektedir ve
onun bağrında "asalak" niteliğini taşıdığı için onun tarafından
çözümlenmesi gerekir. Nitekim de kapitalizm köylülüğün çözülmesi ve bağını bahçesini
bozup kentlere geniş işsizler ordusu oluşturması için elinden geleni
yapmaktadır. Bunun sonunda da günümüz gelişmiş kapitalist toplumlarında
köylülük neredeyse tümüyle tasfiye edilmektedir. Aynı durum, küçük burjuva
kesimi için de geçerlidir.
Kapitalist
sermaye dışında küçük mülk (üretim aracı) sahipliliğini oluşturan küçük burjuva
kesimleri de hızla proleterleşmekte ve yok olmaktadır.
Gerçekten
de, köylülük ve üretim aracı sahipliliği ile bağlantılı küçük burjuva
sınıfların sorunları kapitalist topluma kıyasla devrimci değil, ama reformist
yöntemlerle çözümlenmelidir. Bu bağlamda, bu sorunun muhatapları da burjuvazi
olmaktadır. Burjuvazi de bunu en etkili biçimde yapmakta ve bu kesimleri hızla
yoksullaştırıp tasfiye ederek proletaryaya katılmaya zorlamaktadır.
Son
olarak, acaba üretim aracı sahipliği söz konusu olmayan ama yine de modelde
temel iki sınıf dışında kalan "emekçi kesimler" vardır. Hatta
"beyaz yakalılar" olarak da tanımlanan bu kesimler günümüz kapitalist
toplumlarında sayıları hatırı sayılır düzeye gelmiştir. Bu kesimlerin modele
katılması durumunda sonuç ne olacaktır, merak konusudur.
Şimdiye
kadar Marks'ın üretim modelinde yapılan değerlendirmeler, onun yalın hali
korunmuş olsa bile kapitalist sistemi oldukça iyi temsil etmekte olduğunu
ortaya koymaktadır. O halde, esas itibarı ile üretim sürecine emeği ile
katılmakta olan emekçe kesimlerin de model içinde yer alabilir olması gerekir.
Üretim
aracı sahibi olmayıp da geçimini "nitelikli emek" ile sağlayan, ama
yine de işçi sınıfı dışında kalan doktor, mühendis, vs. gibi kesimlerin
durumunun ele alınması için, modelde emek tanımına emeğin üretim sürecine
katılış biçimine biraz daha yakından bakmak gerekiyor.
Modelde
emeğin konumu ve üretim araçları sahipliliğini üzerinde duruldu ama, üretim
sürecine bu biçimde katılan işçi sınıfının tanımı ile bağlantılı bir husus
üzerinde pek durulmadı. Bu da nitelikli emeğin yeri için bir ipucu sağlayacak
gibi görünmektedir. Ama bundan önce, emeğin üretime katılış biçimi üzerinde
biraz daha durmak gerekiyor.
Üretime
katılan emek ile ilgili çok çeşitli ayrım yapmak mümkündür. Ama tümü de iki
genel sınıflama içinde yer alıyor gibidir. Bu da kol emeği ve kafa
emeği ayrımıdır.
Aldığı
ücret karşılığı emeği geçinenler ve "ücretli" olarak tanımlananlar, emeğin
niteliği bakımdan iki farklı kesimi oluşturur. Kol emekçileri esas olarak işçi
sınıfına karşılık gelirken, kafa emekçisi ise ücretli olarak çalışıyor
olmalarına karşın kol emekçisinden farklı ele alınmalıdır.
Şimdi
kol ve kafa emeği arasındaki ayrım bağlamında Marksist sınıf tanımı içinde sözü
edilen bir kavram üzerinde durmak gerekiyor.
Bu
kavram, bir sınıf olgusu ile ayrılmaz ve onun bir parçası niteliğindeki sınıfa
özgü "kolektif bilinçtir". Sınıflar, üretim sürecine katılış ve
üretim araçları ile ilişkileri bağlamında bir bilinç düzeyine ulaşır. İşçi
sınıfı ve burjuva sınıfı, vs. gibi. Kolektif sınıf bilinci oluşumuna katkıda
bulunan çok çeşitli unsur vardır; gelir düzeyi, yaşam koşulları, kültür,
ideoloji, akla ne gelirse bu kapsamda düşünülebilir.
Kol
ve kafa emekçileri bağlamında bütün bu kolektif bilinç unsurlarında belli
ölçüde farklılıklar olduğu görülür. Çünkü kapitalizmde kol ve kafa emeği
arasında içerik ve nitelik açısından farklılıklar vardır ve bu durum, onları
sınıf bilinçliliğinde belirli farklı yönlendirmelere itmektedir.
Kapitalist
toplumda, işçi sınıfı ile köylülük arasında, kent ile köy arasında olduğu gibi,
benzer nitelikte kol ve kafa emeği arasında da ayrımlar olabilmektedir. Her ne
kadar bu karşıtlık uzlaşmaz olmasa da, ayrım yine de vardır. Köken itibarı ile,
emeğin niteliği ve yoğunluğu itibarı ile ve sonuç olacak gelecekle ilgili
beklentiler itibarı ile bu iki kesim farklı sınıf özellikleri sergilemektedir.
Bu
ayrımın belirgin bir sınırının olmadığını da belirtmek gerekir. Dahası, zaman
içinde gelişmeye paralel olarak kol ve kafa emeğinin üretim sürecine
katılışında farklılıklar ortaya çıkar. Kimi yerde kol emeğinin yerini giderek
kafa emeği alırken, kimi zaman üretimde uzmanlaşma kol emeğinin niteliğinin
artmasına yol açar ve onu kafa emeğine yakınlaştırır. İşbölümünün artışı da
gerek kol ve gerekse kafa emeğini basitleştirmekte ve sıradanlaştırmaktadır.
Gerçekte günümüz kapitalizminde kol ve kafa emeği arasındaki ayrımın kimi yerde
kalktığı, kimi zaman da birbirinden uzaklaştığını söylemek mümkündür.
Emek
sürecindeki farklılıklar ve birbirine geçişme sürerken, aynı zamanda her iki
kesim arasında örneğin, gelir düzeyi, işveren yönetim hiyerarşisi içinde yer
alış ve işveren menfaatlerine yakın duruş gibi özgün sınıfsal
bilinçliliğine ilişkin diğer etmenlerin ayrımı belirleyen olgular olarak öne
çıktığı görülür. Üretim ilişkisi içinde işverene yakın olan üst kademe
yöneticiler ve çevresi ile, kol emeğine yakın alt kademede yer alanlar ayrımı
yapılabilir. Bu ayrıma göre, alt kademede yer alanların işçi sınıfına sadece konumlama
değil, ama sınıf bilinçliliği açısından da yakın ve işçi sınıfı ile kader
birliği yapığı söylenebilir.
Yeniden
Marks'ın üretim modeline dönüldüğünde, bir kez daha onca yalınlığına karşın,
Marksist sınıf tanımı içinde yer alan nitelendirmeler ile birlikte, farklı
sınıfları oldukça başarılı bir biçimde temsil ettiği görülür. Bu durum, ücretli
kesim için yapılan sınama için de bir kez daha anlaşılır. Ücretlilerin model
içinde konumu ve üretim aracı sahipliliği testleri yanı sıra, son olarak sınıf bilinci
için yapılan sınama ile modele yerleştirilmesi mümkündür. Bu onları emekten ve
sermayeden yana tavır koymalarını açıklar.
Son
olarak, modelin ideal kapitalist toplumlar için geçerli olduğu belirtilmelidir.
Bundan şu sonucu çıkarmak mümkündür. Yani bu nitelikteki toplumlarda,
sınıfların yer alışı nettir: Ya işçi sınıfı yanında olacaklar, ya da ona karşı
sermayeden yana konumlanacaklardır.
Daha
önce, bu "ara" sınıfların üretim araçlarına sahip olan kesiminin
sermayenin yoğun saldırısı altında kaldığı ve hızla tasfiye edilmekte
olduğundan söz edilmişti. Bu durum onları savunmaya geçmeye ve sermayenin bu
saldırısına karşı koymaya itmektedir.
İşçi
sınıfının kurtuluşu için bir ideoloji olması nedeniyle, Marksizm’in kendilerine
çıkış yolu arayan bu kesimler tarafından da benimsenmesine hiç kimsenin bir
diyeceği olamaz. Nitekim Marksist olsun olmasın, kendine “sol” veya “sosyalist”
tanımını yakıştıran çok çeşitli siyasi görüşlerin olması çok doğaldır.
Burjuvazi karşısında yenilen ve üretim araçları elinden alınan aristokrasi,
kendini savunmak için işçi sınıfı sömürüsünü öne sürer. Benzer biçimde,
modern kapitalizm ile eski ayrıcalıklı konumlarını yitiren küçük burjuvazi, içine
düştüğü bitkisel yaşamdan çıkmak ve proletarya sınıfları içine itilmekten
kurtulmak için can havli ile devrimci nutuklar atar.
Bir
başka deyişle, sermayenin sistemini yerleştirmek ve egemenliğini pekiştirmek
için uyguladığı reformlar bu kesimleri can havliyle işçi sınıfı ideolojisine
sarılmak ve sermayeye karşı koymak için işçi sınıfının gücünden yararlanmak,
ona tutunmaya iter.
Ama
bunu yaparken de, Marksizm’in işçi sınıfının ideolojisi olduğunu unutup, işçi
sınıfından kendisini arasına katmasını ister. Hatta bununla da kalmaz, işçi
sınıfını kendi amaçları için kullanmaya kalkar. Bunu sağlamak için onun kendi
sınıfsal tavrını korumasını istemez. Onun sınıf kararlılığı ve duruşunu kabul
etmez. Bunu sözüm ona sınıf indirgemeci olmakla suçlar.
İşte
bu durum, kesinlikle kabul edilemez.
Nitekim
Mark ve Engels de, "emekçi sınıfların kurtuluşu" sorunu bağlamında bu
ayrımı açıklıkla ve önemle koymaktadır. Marksizm, komünistlerin işçi sınıfı
dışında kendilerini işçi sınıfına yakın hisseden diğer emekçi sınıf ve
tabakaları kendilerine dert etmesine gerek olmadığını söyler. Nasıl
olsa, işçi sınıfının kurtuluşu, aynı zamanda emekçi sınıfların tümünün
kurtuluşu anlamına gelecektir.
Marks
ve Engels, ömürleri boyunca kopmadıkları kendi siyasi eylemlerinde bunu
hassasiyetle gözlemişler ve komünist partilerin içine küçük burjuva
zihniyetinin nüfuz etmemesi, sınıf tavrının her ne pahasına korunması ve
kollanması için gayret etmişlerdir. Üstelik sınıfsal tavrın bir an bile
gözden kaçırılmasının onarılamaz felakete yol açacağını da göstermişlerdir.
Nitekim,
Marks ve Engels, Alman Sosyal Demokratlarını içine sızan küçük burjuva
unsurlardan arındırmak için ellerinden gelen çabayı gösterdiler. İlk önce küçük
burjuva Lasallcılar ile komünist Ayzenahçıların birleşme sürecini enine boyuna
incelediler. Daha sonra Alman işçi sınıfı için felaket anlamını taşıyacak bu
birleşmeyi engellemek için var gücü ile çaba gösterdiler. Ancak çok uzun süren
uğraşlar sonucunda, parti içindeki küçük burjuva unsurların partiden atılmasını
sağladılar.
Ama
heyhat! Küçük burjuva kaypaklığı parti içine sinmişti ve bu tasfiyeye rağmen partinin
içine girmiş bu mikrobun arınması mümkün olmamıştı. Sınıf tavrını kararlı bir
biçimde sürdürmek ve bu tavrını koymak adına dönüm noktasına gelindiğinde,
birleşme sonrasında Enternasyonal’in en büyük partisi haline gelen Alman Sosyal
Demokratları, işçi sınıfı davasına döneklik ettiler ve 1914’de burjuvaziye
destek verdiler.
Dönekliğin
sınırı yoktu ve gerisi geldi. Burjuvazi ile işbirliği yaparak 1918 Alman
Devrimi'ni sabote ettiler. Spartaküs Birliği öncülerini hükümet ve yerel
idarelerden tasfiye için burjuvazi ile işbirliği yapıp var güçleri ile çaba
gösterdiler. Daha sonra dönekliklerini Alman işçi sınıfının yılmaz savaşçıları
R. Lüksemburg ve K. Liebneckt dahil sayısız Alman komünistlerini haince
öldürmeye kadar vardırdılar.
Küçük
burjuva döneklerinin bu hainliği, komünistlerin sınıf tavırlarını koruma
kararlılığı için ilelebet ibret vesilesi olacaktır.
Marksistler
arasında sınıf tavrının korunmasının hayati önem taşıdığı hala daha tam olarak
anlaşılamıyor. Sovyet devrimi ile gündeme getirilen işçi-köylü ittifakı, yada
Çin devrimi ve benzeri devrimlerde köylülüğün devrimci ruhu, vs. gibi
değerlendirmeler ile küçük burjuva radikalizmi her aşamada canlandırılmak ve
sınıf hareketi önüne çıkartılmak isteniyor.
Oysa
Marksizm, bütün bu arayışları başından beri kesip atan değerlendirmeleri yapmış
durumda. Proletarya devrimi, ancak kapitalist ülkelerde, işçi sınıfının
toplumun çoğunluğunu oluşturduğu koşullar altında mümkün. Dolaysı ile Sovyetler
veya bir başka “devrim” niteliğinde hareketlerin Marksist anlamda proletarya
devrimi ile ne kadar yakın ilişkili olduğunu sorusunun yanıtını tarih
verecektir ve vermektedir de.
Ama
küçük burjuva mantığı, aceleci, maceracı ve son aşamada dönek olduğu kadar,
aynı zamanda da saldırgan ve küstahtır. Şimdi de, sınıf tavrını koruyanlara
karşı getirdikleri sınıf indirgemeciliği suçlaması ile bir taraftan da
işçi sınıfına inançsızlığı pompalamak istemektedir. Buna kanıt olarak sanayi
toplumundan bilgi toplumuna geçiş gibi günümüz kapitalizminde özgü olduğu
söylenen kimi süreçlere atıf yapılıyor ve işçi sınıfının sayıca azaldığı yalanına
başvuruluyor. Güya artık “beyaz yakalılar” öne çıkmıştır ve devrimci sürece
katılması kaçınılmazdır.
Gerçekte
küçük burjuva mantığı, var gücü ile kol ve kafa emeği arasındaki ayrımı işlemeye
ve bu iki kesim arasında sözüm ona uzlaşmaz zıtlıkların olduğu propagandasını
yaymaya çalışmaktadır. Bunun için de, Marksist sınıf vurgusuna saldırmakta ve
bunu her fırsatta aşağılamaya tevessül etmektedirler. Sınıf indirgemeciliği
yanı sıra, bu bağlamda getirilen suçlamalar, örneğin, işçicilik, ekonomizm,
sendikalizm, vs. tümü, gerçekte bu sınıf tavrını aşındırmaya yöneliktir.
Bütün bu saldırılar da işe yaramadığı ve işçi sınıfı eyleme geçtiğinde de bu
sefer onların öncülerini kışkırtıcı olarak suçlamakta ve kitleler ile
bağları kopartılmak istenmektedir.
Oysa
sınıf tavrından bir an bile sapmanın her zaman burjuvaziye yarayacağına ilişkin
işçi sınıfı tarihinde sayısız örnekler vardır.
Elbette
sınıf hareketi önüne her türlü engel çıkartılacak ve onu yolundan saptırmaya
kalkacaktır. Ama bütün bu engelleri aşması için işçi sınıfı ve onun öncülerinin
elinde kalacak son silah sınıf tavrı olacaktır.
Sınıf
tavrının korunması hayatidir. Her adımda canlandırılan ve sınıf hareketi önüne
çıkartılan radikalizm ve döneklik ancak böyle savuşturulur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder