10 Eylül 2010 Cuma

Batı Uygarlığı Soykırım Ürünü

Entelektüel yaşamın tüm bileşenlerinin ve bu arada bilim ve teknoloji, çağdaş toplum yaşamında belirleyici olan sanat, edebiyat, vs. ne varsa Batılı uygarlığın eseri olduğu düşünenler sanıldığından da çoktur. Oysa uygarlık kavramının belli bir toplum veya bölgede yaşayanlara mal etmek abesle iştigaldir. Aksi taktirde, uygarlığın çağlar boyu tarihsel sürecin sonucu olduğunu göz ardı edilmiş olur. Dahası bu yaklaşım, Batı uygarlığının kan, gözyaşı ve soykırım ile sağlanan sömürgeci talan ve yağma ürünü olduğunu gerçeğini unutturma çabası anlamını taşır.


Çok iyi bilindiği gibi Avrupa, Ortaçağın karanlık döneminde yoksulluk içindeydi. Dillere destan zenginliklerin olduğu Doğuya ulaşmak herkesin hayalini süslemekteydi. Ama önlerine Doğu Roma (Bizans), Türk ve Arap ulusları çıktı. Onlara karşı başlattıkları Haçlı yağmasında umduklarını bulamadılar. Çaresizlik içinde başka yollar arayışına girdiler. Bu bir bakıma onların tarihsel şansı oldu. Coğrafi keşifler Asya, Afrika ve Amerika’daki zenginliklerin Avrupalılar tarafından yağma edilmesi ile sonuçlandı. Bu da onları bugüne getiren sermaye birikimi sağladı.

Ama bu zenginlikler onların makûs talihini değiştirmeye yetmemişti. Batılı hırs ve kana susamışlık çağlar boyu sürecek ve mirasını 21. yüzyıla, günümüze kadar taşıyacaktı. Şimdi dün olduğu gibi, bugün de bir kere daha çaresizlik içindeler ve uçuruma doğru yuvarlanmaktalar. Sahip oldukları savaş makineleri ile insanlığa kan kusmaya başladılar. Milyonlarca insanın ölümüne, yaralanmasına, insanlıktan çıkmasına ve yerinden ve yurdundan edilmesine neden olmaktalar.

Bugün Batılı emperyalizmin işlemiş olduğu insanlık suçları sayılmayacak kadar çoktur. Çünkü onların tarihleri, kan ve gözyaşı ile yazılmıştır.

15. yüzyıldan başlayarak gözü dönmüş biçimde ele geçirdikleri sömürge ülkelerinde insanları kılıçtan geçirmiş ve neredeyse soylarının tükenmesine yol açmışlardı. Milyonlarcası köle haline getirilerek pazarlarında satılmıştı. Karın tokluğuna çalıştırılan Afrikalı köleler, her türlü insanlık dışı muamele altında kapitalizmin ucuz emek ordularını oluşturmuştu.

Batı uygarlığı, sayıları milyonları bulan köle emeği ürünüdür.

Batı uygarlığının kaynağı, entelektüel disiplin ve bilgi birikimine değil, ama Aztekler, Mayalar, İnkalar, vs. gibi gerçek uygarlıkların sahipleri L. Amerika, Asya ve Uzakdoğu halkları yok eden zalimliklerinin eseridir. Daha yakın dönemde Afrika'da geniş düzlüklerde yine kendilerine özgü niteliklere sahip ama tümü de insan değerlerine kurulu medeniyetlerin talan edilmesi, insanların öldürülmesi, ellerinin kesilmesi ve köleleştirilmesi Batı “uygarlığının” üzerinde yükseldiği temeli oluşturmuştur.

Böylesi kanlı bir geçmişe sahip ve buna temellendirilmiş Batı uygarlığı, dün olduğu gibi, bugün de aynı soykırım ve kölelik düzeninden beslenmekte. 1. ve 2. dünya savaşında birbirini boğazlaması sonucunda neredeyse tarih sahnesinden silinmekten son anda kurtuldular Şimdi de Irak ve Filistin halklarını yok etme peşindeler. Batılı sermaye, azgelişmiş ülkelere yerleşmekte ve buralarda oluşturdukları plantasyonlarda yoksul köylüleri köle gibi çalıştırmakta. Nitekim sınır tanımayan sermayenin cennetleri arasında olan Hindistan’da insanlar çok düşük ücretlerde çalıştırılıyor; Çin’de ise resmen kölelik düzeni uygulanmakta. Ama son aşamada küreselleşme süreci ve neoliberalizm, giderek geri tepen silaha dönüşüyor. Ucuz işgücü arayışında olan sermayenin ülke dışına çıkmasından derinden etkilenen ve işsizlik ve ekonomik durgunluğun pençesine düşen Avrupa'yı ABD izliyor. Çok çaba göstermesine karşın durgunluktan yine de kurtulamayacağı anlaşılan ABD'nin artık geleceği belirsiz görünüyor.

İran için kopartılan yaygaradan da anlaşılacağı gibi, gerçekte Batı Uygarlığının hızla nükleer enerjiyi ve peşi sıra nükleer silahları yayma çabasında. Rusya köşeye sıkıştırılarak nükleer silahlarına sarılmak zorunda bıraktırıldı. Dünya hızla geri tepen silahın tüm insanlığı ateşe atması için artık bir kıvılcımın yeteceği barut fıçısına dönüştü. Haçlı yağmacılığından bu güneOrtaçağ Avrupa’sında tek geçim aracı olan toprak feodal senyörlerin malıydı. Köylülerin elinde geçim aracı olarak sadece savaşta gösterilen yararlıklar karşılığında kullanım hakkı verilen yurtluklar-fief bulunmaktaydı. Ancak bunların miras hakkı büyük oğla geçiyor, diğer kardeşler ise yeni toprakların yağması ve zenginleşmeye bakan yoksul şövalyeler yığınını oluşturuyordu.

12. yüzyıl başlarından itibaren Avrupa’da arayış içindeki yoksul köylülerin hareketlenmekte olduğu gözlendi. Fransa’nın kuzeyinden gelen köylü kalabalıkları, kutsal topraklar arayışı içindeydiler. Bu topraklarda yoksulluktan ve yıkımdan kurulabileceklerini umuyorlardı. Örgütlenmemiş, silahlı yığınlar, kadınlar, çocuklar ve yaşlılarla birlikte, hiçbir geçim aracına sahip olmaksızın, dilencilikle, oradan buradan hırsızlık ederek belli bir hedefi olmaksızın göçebe hayatı sürdürüyorlardı. Feodal düzenin meşruiyet kaynağını oluşturan Kilise ise, bu yoksul köylülüğe sadece cennet bahçeleri vaat ediyordu. Köylüler masallara özgü Doğunun zenginlikleri ile oyalanıyordu. İtalyan ve İspanyol tacirlerinin yarı gerçek yarı hayal ürünü öyküleri onlar için tek teselliydi. Nitekim bu dürtü ile yoksul köylüler, Kilise öncülüğünde başlatılan Haçlı Seferlerinin insan kaynağını oluşturacaktı.

Haçlı seferleri, bir bakıma karınlarını doyuramayan göçebe yoksul köylülere yapılan vaatlerin bir uzantısıydı. Kendilerine anlatılan zenginliklerle büyülenen yoksul köylüler, barbarca yöntemlerle yürütülen bu talan hareketine katılıyorlardı. Kilise tarafından kendilerine vaat edilen zenginlikleri yağmalamak için toplam sekiz Haçlı Seferi düzenlendi. Bu seferler sırasında sadece Müslüman halklar yağmalanmakla kalmadı. Ama aynı zamanda Bizans gibi, Hıristiyan devletler de Haçlı yağmacılarından büyük zarar gördü.

Feodal Avrupa için Haçlı seferlerinin etkisi çok yönlü oldu. Kendilerinden daha yüksek düzeyde bir uygarlıkla tanıştılar. Yağma sonucu Avrupa zenginleşti ve bu zenginliğe sahip olan feodal senyörler daha da güçlendi. Bu durum, halk yığınlarının sömürüsünü ağırlaştırdı. 13. ve 14. yüzyıllar Avrupa içinde toplumsal çelişkilerin daha da keskinleşmesini getirdi. Köylülük önceleri yoksul, ama görece özgürlüğe sahipti. Ama güçlenen feodaller, köylülüğün bu özgürlüğünü ellerinden aldılar ve onları köle yaptılar.[1]Soylular artık ilk gece hakkına sahipti. Canı istediği zaman, köylüyü sorgusuz sualsiz işkence edildiği hapse attırabiliyordu. Keyfine göre, onu öldüresiye dövdürtüyor ya da kafasını kestiriyordu. Yaygın ceza uygulamaları arasında, "kulak kesme”, "burnu kesme”, "gözleri oyma”, "parmakları ve elleri koparma”, "kafayı kesme”, "çark işkencesiyle öldürme”, "yakma”, "kızgın kerpetenle çimdikleme” "hükümlünün kol ve bacaklarını atlara bağlayıp çektirerek kopartma” sıradan işkenceler arasında yer alıyordu.[2] Haçlı seferlerinin bir sonucu da Avrupalıların Hindistan’a ulaşmak için İslam duvarını aşamayacaklarını anlamaları oldu. Avrupa açlık içinde kıvranıyordu ve Doğu ile doğrudan ticaret yapma olanaklarının bir şekilde bulunması gerekiyordu. O zamana kadar ticaret İpek Yolu üzerinden yapılıyordu ve bu ticaretin tekeli Türkler, Araplar ve Bizans/Venedik’lere aitti. Ama bu ticaret Avrupa’ya çok pahalıya geliyordu.

Coğrafi keşifler, bu arayış içinde 15. yüzyıldan itibaren başladı ve 16. yüzyıl ile birlikte büyük keşiflerin ortaya çıkması ile sonuçlandı. Bu coğrafi keşifler, Avrupa için dönüm noktası oldu. Keşifleri gerçekleştirenler, Atlas okyanusu üzerindeki iki Akdeniz ülkesi Portekiz ve İspanya oldu. Daha sonra bu iki ülkenin açtığı deniz yollarından peşi sıra Hollanda, İngiltere ve Fransa Asya ve Amerika’ya akmaya başladı.

Tipik soykırım: Aztek’lerin yok edilmesi İspanyol kâşiflerin Amerika’ya ilk ayak bastıkları yer Karaip adaları oldu. Kâşifler çok uzun süren yolculuktan bitap vaziyette, gemileri okyanus sularında sürüklenerek kayalara çarpıp parçalanmış ve canlarını zor kurtarmışlardı. Ada halkları yaralı ve yorgun İspanyollara kucak açtılar ve onları tedavi ettiler. Ama İspanyollar ada halklarının bu iyiliğine onları neredense toptan imha ederek cevap vereceklerdi.

İspanyollar Amerika kıtasına ayak bastığı yıllarda, kıta üzerinde 100 milyon dolaylarında yerli halk bulunduğu tahmin ediliyor. İspanyol ve onu izleyen Avrupalı barbar sömürgecilerin soykırımı sonrasında bugün tüm Kuzey ve Güney Amerika’da yaşayan yerlilerin sayısı yaklaşık 5 milyona düşmüş durumda.

Karaip adalarında umduğunu bulamayan İspanyol D. Cortez öfkesinden deliye dönüp tüm ada halkını kılıçtan geçirdikten sonra, altın arayışı için rotasını Meksika'ya çevirir. Burada dillere destan Aztekler yaşamaktadır.

İspanyol Cortez, dört yanı surlarla kaplı Aztek uygarlığına başkenti Tenochittlan’a ulaştı. Kendin ortasına doğru ilerledikçe İspanyolların şaşkınlığı daha da arttı. Sokaklar öylesine temizdi ki, insanın ayakları ancak elleri kadar kirlenirdi. Misafir edildikleri konutlardan önlerindeki geniş bir ovaya yayılan baraj ve su yolları, kente su taşıyan kemerleri, renkli elbiseleri içinde pazarları dolduran insanları görebiliyorlardı. Kentin ortasında bir tapınak, bunun çevresinde birçok hastane, bahçe, dükkânlar, hamamlar, çeşmeler vs. vardı. Kentte su dağıtım şebekesi bulunmaktaydı. Çok ileri düzeyde bir sanat anlayışı her yerde kendini göstermekteydi. Yiyecek ve içecek boldu. Aztek mutfağında çok zengindi. İnsanlar huzur ve güven içindeydiler. Hiç kimsenin kapısı kilitli değildi. [3]Aztekler, İspanyollar karşısında yenildiler. 40,000 Aztekli Cortez’in adamları tarafından kılıçtan geçildi. Aztek medeniyeti yağma edildi. Ele geçirilen altınlar gemilerle İspanya’ya taşındı.

Azteklilerin sayıları 600’ü aşmayan ve sadece ateşli silah ve at üstünlükleri olan İspanyollara yenilgisi, hiç de askeri üstünlükleri ile olmadı. Tersine, Aztekler çok üstün bir askeri örgütlenmeye sahiplerdi. Bu sayede bulundukları yörede hâkimiyet oluşturmuşlar ve benzersiz bir medeniyet kurmuşlardı. Hiç kuşku yok ki, Meksika’nın Ekvatora en yakın kısmında ve göç yollarından uzak olmaları nedeniyle, uzun yıllar boyunca barış ve mutluluk içinde yaşayan bu insanlar belki de kötülük nedir bilmiyorlardı. Gözleri altın hırsıyla dönmüş İspanyollara kucak açmışlardı; ama bu onların sonu oldu. Yağma ve talana dayanı Batı uygarlığıİspanyol Kolomb’un Amerika’ya düzenlediği seferler sonucunda İspanya, keşfedilen yeni bölgelerde hızlı bir kolonileştirme hareketi başladı. Kısa süre içinde gezilerin yankıları tüm Avrupa’ya yayıldı. İspanya Avrupa’nın süper gücü haline geldi.

Bunun üzerinde İspanya ile onun sağladığı zenginliklere göz diken diğer Avrupa ülkeleri birbirine düştü. Bu arada İngiltere de denizlerde güçlenmeyi başarmış, İspanya gibi yeni keşfedilen bölgelerde kendine koloniler oluşturmuştu. Süper güç İspanya ile İngiltere arasındaki rekabet ve çatışma giderek savaşa dönüştü. İspanyollar 125 gemilik bir deniz gücü ile İngilizlere saldırdılar ama yenilmekten kurtulamadılar.

Soykırım zengini İspanya’yı yenen İngiltere, zenginliklerin yeni sahibi olarak dünyanın süper gücü haline geldi.

17. yüzyıldan itibaren denizlerde hâkimiyet İngilizlere geçti. İspanyolları aratmayacak gaddarlıklarla köle ticareti ve soykırım ile Asya, Afrika ve Amerika kıtalarında kurdukları sömürgelerden elde ettikleri zenginlikleri Avrupa’ya taşıyacaklar ve bugünkü çağdaş uygarlığı oluşturacaklardı.

İspanyol K. Kolomb, yerli halka karşı uyguladığı vahşet ile tanınmıştı. Yerli halktan kendisine her 3 ayda bir belli miktarda altın temin etmesini isterdi. Bunu sağlayamayanların ilk önce eli, daha sonra bacağı kesiliyor, en sonunda da kafası kopartılıyordu. Kolu kesilen yerlilere hiç bir müdahale yapılmazdı. Çoğu zaman bu yerliler kan kaybından ölürdü. İspanyollar, at üzerine zırhlarını kuşanmış olarak ellerinde mızrak, ok ve tüfek ile yerli halka yönelik sürek avı düzenlerlerdi.

Ama İngilizler yerli halklara uyguladıkları vahşette İspanyollara rahmet okuttular. Amerika sömürgelerinde yerli halk (Kızılderili) kafa derisi getirenlere 40 sterlin ödül veriyorlardı. Her şeye rağmen Amerikan yerlilerine boyun eğdiremediler ve köleleştiremediler. Bunun için, Asya ve Afrika'ya yöneldiler. İngilizlerin gerçekleştirdikleri köle ticareti, 18. yüzyılın sonlarına doğru en üst noktaya çıkmıştı. Bu dönemde köle ticaretinde öne çıkan limanlar arasında Liverpool, Londra ve Bristol yer almaktaydı. Köle ticaretinin merkezi niteliğindeki Liverpool’da bu iş için ayrılmış 1000’in üzerinde gemi vardı ve köle ticaretine konu olan Afrikalıların sayısının ise 350 bine yaklaştığı belirtilmekteydi.

Daha sonraki yüzyılda, soykırım kültürü tüm Avrupa ülkelerini kaplayacak ve süper güçlerin yanı sıra, yağmadan pay kapmak için birbirleri ile yarışacaklardı. Batı uygarlığı, bu sefer Kongo’da kol kesme ile kendini gösterecekti. Belçikalı soykırımcıların bu şekilde Kongo'da 3 ila 5 milyon insanı öldürdüğü belirtilmektedir. [4]Belçika kralı II. Leopold, Kongo soykırımı sonrasında elde ettiği servet ile ülkesinde yaptığı inşa faaliyetleri nedeniyle kendisine İnşaatçı Kral, Le Roi-Batisseur deniyor. Bu gün Antverp, Brüksel, Ostend gibi birçok Belçika kentinde Batı uygarlığını tamamlayan eserler, Kongo’daki soykırımın yüzkarası belgeleri olarak dimdik ayakta duruyor.

__________________________

[1] Zubritski, Mitropolski, Kerov, İlkel, Köleci ve Feodal Toplum, erisyayinlari @kurtuluscephesi.org[2] Friedrich Engels, Köylüler Savaşı, erisyayinlari@kurtuluscephesi.org[3] Server Tanilli, Uygarlık Tarihi, Say Yay.

[4] Adam Hothschild, "King Leopold's Ghost: A Story of Greed, Terror, and Heroism in Colonial Africa," (Boston: Houghton Mifflin Company, 1998)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder