10 Eylül 2010 Cuma

Bireysel Teror Marksizmin İnkarıdır

Marksizm hümanisttir. Marksizm, insanın insan tarafından sömürülmesi gibi akla gelebilecek en insanlık dışı uygulamayı içeren kapitalist sistemin bir gün son bulacağını düşünür. Bunun yerine, emek üreten insanın yönetimini öngören işçi sınıfı iktidarını öngörür.

İşçi sınıfı iktidarında işçiler, yönetimde en alt kademeden başlayarak en üst yönetime kadar seçimle işbaşına gelecek bir yönetim aracılığı ile kendi emeklerinin ürününe sahip olabilecekler ve onun denetimini gerçekleştireceklerdir.

Bunun örneğini tarih boyunca birçok kez vermişlerdir.

İşçi sınıfı devleti, kaçınılmaz olarak bir proletarya diktatörlüğü olacaktır. Ancak bir sınıfın egemenliğine karşılık gelen diktatörlük, salt işçi sınıfı iktidarına özgü olduğu düşünülmelidir. Bugün kapitalist toplumda burjuva diktatörlüğü hüküm sürer. Burjuvazi egemenliğini kimseyle paylaşmaz. Bunun aksi de düşünülmez. Burjuvazi tek başına egemendir ve Batı demokrasileri, gerektiğinde en gemi azıya almış bir rejime dönüşebilecek nitelikte bir burjuva diktatörlüğüdür.

Bugün Türkiye’de de bütün diğer kapitalist ülkelerde bir burjuva diktatörlüğü hüküm sürer. Bu adeta eşyanın tabiatına uygun olarak kapitalizm için kaçınılmaz bir durumdur.

Ama burjuva diktatörlüğü, bir sömüren sınıf diktatörlüğüdür. Oysa işçi sınıfı diktatörlüğü, emekçi sınıfın, üreten, değer yaratan, tüm zenginliklerin kaynağını oluşturan emeğin diktatörlüğü olacaktır.

Bu diktatörlük emek adına bir diktatörlük olacak ve emeği sömürmek isteyen zengin sınıfların bu emellerini akamete uğratmak, işçi sınıfı iktidarına karşı girişeceği her türlü oyunu bozacak bir diktatörlük olacaktır.

Çünkü işçi sınıfı iktidarında farklı sınıflar varlığını sürdürmeye devam edecektir. Burjuvazi tüm gücü ve yeniden iktidarı ele alma hırsı ile dolu olacaktır. Kendisine yakın olan hali vakti yerinde olan sınıflar ve tabakalar da olacaktır. Bunların etkisinde kalan küçük burjuvazi de olacaktır. Bunlar güçlerini bir araya getirebilecek ve işçi sınıfı iktidarına karşı savaş açacaklardır.

Sınıflı toplumlarda sınıflar arası çelişkide güçlü olan sınıf, diğeri üzerine ancak bir diktatörlük aracılığı ile egemenlik oluşturabilir. Bu sınıflı toplumlarda yönetim biçiminin kaçınılmaz bir sonucudur.

Ancak proletarya diktatörlüğü, bir baskı rejimi anlamında düşünülmemelidir. Sadece bununla işçi devletinin burjuvaziye karşı koyabilmesi mümkün olacaktır. Çünkü burjuvazi, bir başka şekilde egemenliğinden vazgeçmeyecektir.

Proletarya, iktidarı ele aldıktan sona, burjuvazinin olası komplosu ve karşı saldırısı ile karşı karşıya kalabilir. Proletarya diktatörlüğü, sadece ve sadece bu koşullar altında, o da kendini savunmak için zora başvurabilir.

Ancak bu zor, bir taraftan kendini savunma için zorunlu olduğu kadar, aynı zamanda da kesinlikle şiddet unsurunu içerecek anlamına gelmemelidir. Yoksa aksi durum, işçi sınıfı diktatörlüğü için bir zaaf anlamını taşır. İşçi sınıfı iktidarı, gücünü işçi sınıfının kendisinden alır. Kendisine yöneltilecek bir tehdit durumunda bile işçi sınıfı devletinin en büyük güvencesi işçi sınıfının kitlesel gücüdür.

İşçi sınıfının gerek iktidara mücadelesi ve gerekse iktidara geldikten sonra işçi devletini savunma mücadelesinde şiddete başvurması durumunda kitlelerin gücünü küçümsemiş, işçi sınıfı kurtuluşunun kendi ellerinde olduğu ilkesini çiğnemiş ve kitlelere doğru hedefi gösterememiş olur.

Dahası, işçi sınıfı hareketinin asıl amacı olan insanın insan tarafından sömürülmesinin engellenmesi doğrultusunda insanı odaklayan hedefi saptırılmış olur ve bu onun hümanist projesini diğer sınıf ve tabakalara doğru ve tutarlı bir biçimde aktarabilmesini imkânsız hale getirir. Tedhiş ve teröre dayalı bir işçi sınıfı devletine hiç kimse yakın durmayacak, onun gösterdiği hedefleri kendisi için kabul edilebilir görmeyecektir.

Proletarya partilerinin, bir sınıf egemenliğinin kaçınılmaz olarak bir diktatörlük olduğu tezini içtenlikle dile getirmeleri burjuvazi tarafından saptırılarak tümüyle yanıltıcı bir biçimde yansıtılmaktadır.

Sözüm ona proletarya diktatörlüğü, işçi sınıfı dışındaki sınıf ve tabakalar için kâbus olacaktır.

Bu tümüyle yanlıştır. Marksizm, işçi sınıfın kapitalizmin bağrından doğan ve zaman içinde toplumun geniş bir kesimini oluşturarak burjuvaziye karşı vereceği sömürüsüz bir toplum için mücadele edeceğini, kapitalizmin kaçınılmaz yok oluşu ile iktidarı ele alacağını ve sömürüye son vereceği tezini savunur.

İşçi sınıfının iktidarı ile aynı zamanda tüm diğer emekçi sınıfların kurtuluşu sağlanmış olacaktır. Buna kendi emeği ile geçinen ve esas itibarı ile küçük burjuvazi olarak tanımlanan başta topraksız ve küçük köylülük olmak üzere, kapitalist toplumda emeği ile geçiniyor olmasına karşın, burjuva ideolojisine yakın olanlar da dahildir.

Ancak proletarya diktatörlüğü henüz sınıfsız toplumun oluşmadığı geçiş döneminde isçi sınıfı devletini hain emeller güden ve onun temelini oymaya veya onu yok etmeye teşebbüs edecek sefil insanlara karşı kendini savunacaktır.

Bu, işçi sınıfının meşru müdafaa hakkıdır.

Proletarya iktidarının hüküm sürdüğü geçiş dönemi zamanla sınıfların ortadan kalkması ile giderek gerekliliğini yitirecek ve proletarya diktatörlüğü kendiliğinden tasfiye olacaktır.

Bütün bu süreç, işçi sınıfı kitlesinin doğrudan siyasete katılımı ile gerçekleştirilecektir.

Günümüzde üreten toplum olarak işçi sınıfı tüm siyasi faaliyetlerden uzak tutulmakta, sendikal örgütlenmesi engellenmekte, siyasi eğilimleri olanlar işten atılmakta ve toplum dışına itilmektedir.

Oysa proletarya diktatörlüğünde toplumu ayakta tutacak ve sınıfsız toplum oluşmasına gidecek yolu açacak ve komünist toplumu kuracak sınıf, işçi sınıfıdır.

İşçi sınıfı, bu mücadelesinde kendisi gibi emekçi kesimlerle işbirliği içinde olacaktır.

Ama hiç kuşkusuz, işçi sınıfının sömürüsüz dünya kurma davası engelsiz değildir ve bunun için de kendi düşmanlarına karşı mücadele etmeyi sürdürecektir. Bu mücadelenin başarılı olması için işçi sınıfının doğru mücadele biçimlerini seçmesi ve uygulaması kaçınılmazdır.

İşçi sınıfının bu mücadeledeki en büyük silahı, bizzat kendi sınıf gücü olacaktır. Bunun dışında hiçbir insanlık dışı cebir, şiddet ve baskı uygulamasına zaten gerek yoktur.

Çünkü sınıfın gücü karşısında hiçbir güç duramaz. Yeter ki Marksizm ideolojisi ile dananmış örgütlü bir güç olarak bir araya gelsin ve kendini göstersin.

Dün olduğu gibi, bugün de işçi sınıfı işçi devletini kurma ve onu ayakta tutma gücüne sahiptir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder