
Küresel olması da gerekmiyor felaketlerin tüm dünyaya korku
salmaya yetmesi için. Tüm dünyayılar, geçenlerde Japonya’da meydana gelen
nükleer felaket ile sarsıldı. Ama
1984’te 18.000 ölü ve 150.000 yarıya neden olan Hindistan’da Bhopal’de
ABD’li böcek ilacı fabrikasının yol açtığı felaketi mağdurların isyanı ile
gündeme gelmese belki hepten unutulacaktı.
Belki de bütün bu olup bitenler insanları belki de yaşanan
en büyük felaketi, günümüz küresel ekonomik bunalımı günlük sıradan olay haline
getirdi. Sanki bunan pek uzak sayılmayacak dönemde yine endüstrileşmiş sanayi
ülkelerinde yaşanan benzer bunalımlar insanları derinden etkilemiş, acık
çektirmiş, süründürmüş, zengin fakir ayırt etmeksizin hayatını alt üst etmemiş
gibe insanlar bunu normal bir gelişme gibi karşılıyor.
Gerçekten anlamak mümkün değil; oysa uzmanlar açık
yüreklilikle uyarıyorlar ve “insanların 3-5 yıllık gelecekleri ipotek altına
alındı" bu böyle devam etmez sözleri hiç umursanmıyor.
Türkiye için yapılan bu uyarı gerçekte bugün yaşanan
bunalımın özetini anlatıyor: sermayenin kendini yenileyememesi. Bu şu demek:
sermayedarların elinde muazzam servetler birikiyor. Zengin giderek daha zengin
oluyor. Ama bunun elde tutulması mümkün değil; mutlaka yatırıma yönelmeli ve
sermayedar elindeki parayı her seferinde daha da büyüterek varlığını korumalı.
Ama her seferinde daha fazla yatırım yapılması ve bu
yatırımlar sonucu elde edilen ürünlerin satılması gerek; yeniden paraya
dönüştürülmesi için. Ama bir noktada bunu yapmak mümkün olmuyor. Halkın
ortalama gelir düzeyi bu ürünleri satın almaya yetmiyor. O zaman ürünler elde
kalıyor, fabrika ambarlarında habire birikiyor.
Bundan önceki dönemde gelinen bu aşamada bunalım bu aşamada
patlak vermiş, üretilen ürünler depolarda çürümüş, çürüyen ve kullanılamaz
ürünler denize dökülmüş ama halk giderek karnını doyuracak ekmek bile bulamaz
hale gelmiş ve yardım kuruluşlarının dağıttığı günde bir öğün çorba ile
yetinmek durumunda kalmıştı.
Kapitalizm uzatmaları
oynuyor
Günümüzde ise durum bundan farklı görünüyor. Kapitalist
işleyiş içinde bugün yakından bildiğimiz ve tüm piyasayı eline almış bankacılık
ve kredi piyasasının finans – kapital işbirliği
biçimende zaman içinde gelişimi yaşanıyor. Finans piyasası, sermayenin yeniden
üretiminde çok ilginç bir boyut getiriyor: zamana yayma. Bu öylesine etkili
oluyor ki, zaman içinde artık sermaye (sanayi sermayesi) bir anlamda ortağı niteliğindeki
finans sermayesinin boyunduğuru altına giriyor veya onunla bütünleşiyor.
Şimdi tekrar başa dönerek bir bilen tarafından sözü edilen
ve yaşanan bunalımı özetlediği belirtilen “insanların 3-5 yıllık geleceklerinin
ipotek altına alınması” finans sisteminin işleyişini çok açık gösteriyor.
Gerçekte bu durum, finans piyasası sayesinde bugün ortaya çıkan bunalımın 3-5
sene ötelenmesinden başka bir şey değil.
Kuşkusuz bu durum, Türkiye için geçerli. Esas itibarı ile
de, araç piyasasındaki durumu yansıtan bir gerçek. Türkiye için geçerli
denmesinin nedeni, Türkiye’de finans piyasasının henüz tam gelişmediğine vurgu
yapmak için. Yoksa bu, örneğin piyasa hacminin önemli bir kesimini oluşturması
bakımından araç piyasası için en az 10, ama konut piyasası için 10 ve üzerinde
süre ile insanların geleceği ipotek altına alınmış oluyor.
İpotek ile ilgili halkın durumunu yansıtan bu açıklama,
doğru olmakla birlikte, gerçeği tam anlamıyla açıklamıyor; bunun anlamı artık
insanlara gelecek 3-5 yıl içinde hiçbir şey satamayacaksınız, bu piyasa için
tam felaket olacak uyarısı yapılıyor.
Hatırlardadır; ABD’de birkaç yıl önce ilk defa konut
sektöründe kopan bunalım da yine böyle bir ötelenme ile bağlantılıydı. Bugünden
bakarak geride kalan tüm 21. yüzyıl boyunca kapitalizmin bunalım içinde olduğu
ve bu çıkmazın sürgit derinleştiğini söylemek mümkün. Konut piyasası bunu çok
açık gösterdi: bu ülkede finans piyasası öylesine ayrıntılı ve öylesine yaygın
işletiliyordu ki, ekonomi tüm insanları başta konut ve lüks araç olmak üzere,
bir başka biçimde kesinlikle satın alamayacakları ürünlere ulaştırmayı
başarmıştı.
Ama bu yetmedi. İpotek sistemi insanlara her imkanı açmakla
birlikte, bunun da bir gelip dayandığı duvar vardı ve bu duvar da insanların
uzun yıllar; on veya yirmi yıl süre ile düzenli geri ödeme yapmalarını
gerektiriyordu ve böyle bir kredibiliteye sahip insanlar artık tükenmişti.
Bunun üzerine, normalde bir banka kredisi almaya hak kazanacak gelir düzeyi ve
geri ödeme gücü olmayan insanlara gelmişti sıra. Finans sistemi belki de
kapitalizmin başvurduğu son çarelerden biri olarak bu tür insanlar için kredi
musluklarını açmaya başladı; üstelik üstlenilen risk karşılığı kredi
faizlerinde belli bir artık karşılığında.
Tabii ki bu bile bile ladek demekti ve kısa süre içinde
çıkmaza girdi. Bu çıkmaz bu ülkede öylesine yayıldı ki, önceki büyük bunalım
döneminde evsiz barksız insanlara ev sağlamak için kurulmuş konut yardımı
kuruluşlarını bile batağa sürükledi ve yok olmalarına neden oldu.
Yüzünü mazlum
halklara çeviren kapitalizm
“Kapitalizm her zaman bir açmaz ile karşı karşıyadır” der R.
Lüksemburg birinci dünya savaşı günlerinde. Ona göre, “kapitalizm ya sosyalizme
geçit verecek, yada barbarlığa dönüşecektir”.
İşte ABD’de bu yüzyılın başlarında konut krizinden sonra
olan da buydu. Kapitalizm içeride çıkmaza girmiş, kendi ulusal sınırları içinde
tıkanıp kaldığı her seferinde yaptığı gibi, savaş sanayisine yol açarak biraz
olsun nefes almak için Irak, Afganistan, vs. gibi ülkelere saldırılara
geçmişti.
Daha genel bir çerçeveden bakıldığında kapitalizm gerçekte
bir yok oluş ve küllerinen yeniden doğuş anlamına geliyor bir bakıma. Geçen yüzyılın başında, yani 1900’lü yıllr
itibarı ile içerde bunalıma girdiğinde, bu zefer uluslararası düzeyde
uygulamaya soktuğu emperyalist politikalar ile ayakta kalmasını bilecekti. Bu
politika 19. yüzyılın ilk çeyreğinde de 1. Dünya Savaşı ile sonuçlanacaktı. Ne
de olsa sermayeni dini imanı olmadığı gibi Allahı da yoktu.
Nitekim bu savaşta 19. yüzyılın bütün kazanımları, bir anda
savaşın alevlerinde yok olurken, Nazi barbarlığı, insanlık tarihinin o zamana
kadar hiç tanımadığı vahşeti yaşatacaktır insanlığa. Dünya savaşları, gerçekte
kapitalizmin ciddi bunalımın ne denli vahşete dönüşebileceğine kanıttır.
Kapitalizmin felaketler çağını simgeleyen 1914 -1945 yılları, komünizm, faşizm
ve ABD’nin Yeni Düzen’ine tanıklık edecektir. Nasıl Kapitalizm, geçmişte dibe
vurduğu noktadan sonra, Hitler gibilerini yaratmışsa, bugün de ABD
yöneticilerini insanlığın başına bela etmiştir. Kapitalist bunalımlar yüzünden
art arda çıkan dünya savaşları milyonlarca masum insanın hayatına mal olmuştu.
Şimdi şimdi dünya tam bir barut fıçısı üzerine oturtulmuştur ve aynı çapta bir
felaket bu sefer insanlığın sonu olabilir.
Birinci dünya savaşı, İngiliz ve Alman emperyalizmin
arasındaki kavga sonucu çıktı. İkinci dünya savaşı, gözü dönmüş kapitalizmin
felaketlerden ders almadığını kanıtladı. Günümüzde de insanlığı aynı tehlike
bekliyor.
Çünkü bu çağın birinci dönemi 1945’te bitti, ama ardından
bir yenisinin gelmesi gecikmedi. İçinde bulunduğumuz dönem, ilkini aratmayacak
düzeyde korkunç sahnelerle dolu. Öyle anlaşılıyor ki, 19. yüzyılda olduğundan
farklı biçimde 20. yüzyıl ve sonrasında, art arda tekrarlanan bunalımlar
kapitalizmi yok olmanın eşiğine getirecek. Felaketler çağında savaşların
vahşeti ve sefalete yol açan tahribatı, kendini tüm Vladivostok’tan Ren
sahillerine kadar kapitalizmin sıfırı tüketmesi ile sonuçlanmıştı. Avrupa ana
karasının geri kalan kısmı, ABD’nin suni teneffüsü ile ayağa kaldırılabildi.
Kapitalizmi boğacak dalgalar Orta Avrupa’dan alevlendi; buradan Rusya ve Çin’i
içine alarak doğuya doğru Pasifik sahillerine kadar uzandı. Ama şimdi bunalımın
Pasifik’ten başladığı anlaşılıyor. Yani, eğer benzer bir bunalım çıkarsa,
Avrupa için ABD gibi bir kurtarıcı da olmayacak.
Dönemsel bunalımlar
Kapitalist ekonomilerde üretim faaliyetleri, iç içe geçmiş
uzun ve kısa vadeli dönemsel dalgalanmalar biçiminde gerçekleşir. Dönemsel
dalgalanmalar, üretim faaliyetlerinin canlandığı canlılık dönemi ve
faaliyetlerin azaldığı durgunluk dönemi olarak kendini gösterir. Canlılık
döneminde üretim artar işsizlik azalırken finans piyasası değer kazanır.
Tersine, durgunluk döneminde üretim azalır, işsizlik artar ve finans piyasası
değer kaybeder.
Uzun vadeli dönemsel dalgalanmalar kabaca 20-25 yıllık bir
süre içinde ortaya çıkar. Kısa vadeli olanlar ise uzun vadeli dalgalanmaları
izleyerek 7-10 yıl sürer. Uzun ve kısa vadeli dalgalanmalar iç içe oluşur. Yani
uzun vadeli dönem, aynı anda biri canlanma ve onu izleyen durgunluk
dönemlerinden oluşur. Bir uzun vadeli canlanma dönemi içinde ise birden fazla
sayıda kısa vadeli dalgalanmalar olabilir. Ancak bu kısa vadeli dalgalanmaların
şiddeti, uzun vadeli canlanma döneminde pek hissedilmezken, uzun vadeli durgunluk
döneminde etkileri daha belirgin olarak ortaya çıkar. Yani, uzun ve kısa vadeli
durgunluk dönemleri üst üste geldiğinde, piyasalar tam anlamıyla çöker ve
ekonomik buhranlar ortaya çıkar.
1929 buhranı, böyle bir gelişmeye denk gelir. Daha önceleri
de benzer buhranlar olmuştur. Son günlerde, konut sektörünün yol açtığı
durgunluğun kapitalist ekonominin uzun vadeli durgunluk dönemine denk gelmiş
olması durumunda, benzer bir ekonomik buhran yaşanması ve piyasaların
kilitlenmesi muhtemeldir. Ancak, kısa vadeli bunalımların izlenmesi pek olası
değildir ve ekonominin böylesi duruma ne zaman düşeceği tam olarak bilinemez.
Dönemsel dalgalanma süreleri de kesin değildir. Belirtilen süreler, geçmiş
yıllardaki gelişmelere göre tahmin edilir. Ama yakın dönemlerde teknolojik
gelişmelerin, kısa vadeli dalgalanmaları sıklaştırdığı söylenmektedir. Buna
göre, kısa vadeli dalgalanmalar da 3-4 yıl gibi kısa sürelerde olabilmektedir.
Küresel kapitalist ekonominin uzun vadeli durgunluk
döneminin daha da sürmesi yada tersine, 1975 yılında başladığı söylenen
durgunluğun yeterli düzeyde uzun olduğuna bakılarak; ekonominin kendisini
toparlamasına yetecek bir alt noktaya gelmiş olması mümkündür. Eğer bu
doğruysa, işsizlik yeterince artmış, reel ücretler iyice azalmış ve işçiler
artık sermayeye yeterli kar oranı sağlayacak düşük ücretlere razı gelecek
demektir. Bu durum, yatırımların artması ve giderek ekonominin canlanmasına
imkân verir. Belki de, günümüzde böyle bir süreç yaşanıyor olabilir ve ekonomi,
işçilerin taleplerini asgari düzeye getirmiş olması ile kendini toparlayabilir.
Ama tersi olursa, gelişmelerin hiç de parlak olmayacağı söylenebilir.
3. sanayi devrimi mi?
Esas olarak yedek işgücü ordusu ile sermayenin kar
oranlarında sağlanan iyileşme, sistemin ancak kısa dönemli bunalımlarını
atlatması için yeterli olabilmektedir. Kapitalist sistemin ortaya çıkışı ve
kendini yenileyişi, sanayi devrimleri ile gerçekleştirilir. Kömür ve buharlı
motor ile sağlanan 1. sanayi devrimi sonrasında atılım yapan kapitalist sistem,
onu izleyen petrol ve içten yanmalı motor ile gerçekleştirilen 2. sanayi
devrimi sayesinde de kendini yenilemiş ve bugünlere gelmiştir.
Sanayi devrimleri, sermayenin işçinin artı değerine el
koyması sayesine yeniden üretimi için gerekli altyapıyı oluşturur. Sanayi
devrimleri ile sunulan ürün (buharlı/içten yanmalı motor) ve enerji (kömür ve
petrol) üzerinde sistem her seferinde kendini
yenileyebilmekte ve bu devrimlerin ürün ve enerji bazında kapitalist
üretim için üretkenliği sağlayabildiği ölçüde egemenliğini sürdürmektedir.
Günümüzde kapitalizm, ona bir hamle yapmasını sağlayacak 3.
sanayi devrimini gerçekleştirememiştir. Bilgi çağı ve bilgisayar
teknolojilerinin 3. sanayi devrimi olduğu savı kuşkuludur. Teknolojik devrim
bağlamında sunulacak enerji ve ürün bir “teknolojik buluş” yada “yenilik”
bağlamında değil, ama insanlık tarihinde bir “dönüm noktası" oluşturacak
bir hamleye karşılık gelmelidir. Nitekim 19. ve 20. yüzyıl başlarında
gerçekleştirilen 1. ve 2. sanayi devrimleri, insanlığın yepyeni bir çağa
geçişini simgelemektedir. Sunulan enerji ve ürün üzerinde, tüm bir insanlığı
derinden etkileyecek ve onlara yepyeni bir yaşam biçimi sağlayacak altyapıyı
sağlamaktadır.
Ama 21. yüzyılda bilgisayar ve uzay teknolojileri, bu
nitelikleri taşımaktan uzaktır. Her ikisi de bugün insanoğlunun karşı karşıya
kaldığı sorunları çözümlemekten uzaktır. İnsanlık iyice açlık ve yoksulluğun
pençesine düşmüştür. Yakın bir gelecekte de
insanlık için bir dönüşüm niteliğini taşıyacak yeni bir sanayi devriminin
gerçekleşmesi uzak bir ihtimal olarak görünmektedir.
1929 büyük buhranı
Büyük buhran, 1929'da ABD’nin finans merkezinin çöküşü ile
başlayan ve giderek tüm kapitalist dünyada ekonomilerin bunu izlemesi ile
sonuçlanan en ciddi dönemsel kapitalist ekonomik buhrandır. Buhran sonrasında
1930’lu yıllar içinde bütün bankalar ile fabrikaların çoğunluğu kapanmış,
milyonlarca insan işsiz kalmıştır.
Oysa buhran öncesinde ABD ekonomisi, o zamana kadar
görülmemiş bir canlılık yaşamaktaydı. O dönemde özel sermaye bugün olduğundan
farklı olarak, neredeyse sınırsız bir ayrıcalığa sahipti. Piyasa üzerinde çok
az denetim uygulanmaktaydı. Bu durum, finans piyasalarının başına buyruk
kalmasına yol açtı. Nakit kaynakları eline geçiren sermaye, kolay yoldan para
kazanmayı seçti. Böyle olduğunda da, bu menkul kıymetlerin temsil ettiği şirket
karlılıkları, piyasa beklentilerini karşılayamaz oldu. 1929 yılı sonlarına
doğru piyasa tıkandı. Reel sektör,
finans piyasasına olan borçlarını ödeyemez oldu. ABD finans piyasası Wall
Strteet’in çöküşü aniden patlak verdi. Bunun ardından etkisi tüm dünyada
iflaslar ve temerrütler hızla arttı. Fabrikalar ve üretim tesisleri kapandı.
İşçiler işlerini kaybettiler ve geçim derdine düştüler.
Dar gelirliler, ellerinde ne var ne yok satmaya başladı.
İşsizliğin kitlesel boyutlara ulaşması, etkisini her yerde gösterdi. İnsanlar
sefilleşti ve açlık kol gezmeye başladı. İnsanların alım gücü kalmadı. İnsanlar
karınlarını doyuramazken, satılamayan gıda malları denize dökülüyordu. Hiç
kimse olup bitenlere inanmak istemiyor; serbest piyasa kurallarına müdahale hiç
kimsenin aklına gelmiyordu. 1932’ye gelindiğinde, menkul değerler piyasası
yüzde 80 değer kaybetmiş, 11 bin banka kapanmış, üretim yarı yarıya azalmış ve
tüm dünyada çalışanların üçte biri işinden olmuştu. Öte yandan şimdi olduğundan
farklı olarak hiçbir sosyal güvenceye sahip olmayan halk tam bir sefalete
sürüklenmişti. Kentlerdeki felaket, kırsal alana da yayılmış, ürünlerini
satamayan çiftçiler artık ürün ekemez hale gelmişler; ekili araziler tümüyle
kaderine terk edilmişti. Geçimlerini ektikleri ürünle sağlayan köylüler de, en
az kentlerde yaşayan insanların içinde bulunduğu sefaleti yaşamaya
başlamışlardı.
Savaştan büyük bir ekonomik çöküş ile çıkan Avrupa ile ABD
ekonomileri arasındaki ilişki oldukça yaygınlaşmıştı. ABD, artık neredeyse
Avrupa’nın tek kredi sağlayan ülkesi haline gelmişti. Bu nedenle ABD’deki büyük
buhranın etkileri kısa süren Avrupa’ya yayılmakta gecikmedi. Şimdi ABD finans
piyasası çökmüştü ve Avrupa’ya verdikleri kredileri geri istiyorlardı. Bu
durum, zaten güç bela ayakta olan Avrupa için ikinci bir darbe oldu. Savaştan
ekonomileri tahrip edilmiş olarak çıkan İngiltere ve Almanya bundan en çok
etkilenen ülkeler oldular. 1932 yılında Almanya’da işsizlik yüzde 40 dolaylarındaydı.
Savaşın galibi İngiltere idi, ama yine de sanayi sektörü ve ihracat ciddi
darboğaz içindeydi.
1929 ilk küresel
buhran
1929 buhranı öncesinde de benzer nitelikte ciddi buhranlar
olmamış değildir; ancak bu seferki buhranın etkisi, tüm dünya çapında
hissediliyor olması nedeniyle diğerlerinden ayrılır. Bundan öncekilerde
ekonominin çöküşü dünyanın belli bir yöresinde yer alan ekonomileri kapsayacak
ölçüde ortaya çıkmış, bundan sonra diğer ülkeler kendilerine ders çıkarmışlar
ve bunalıma düşen ülkelerdeki hatalarından sakınmayı ve bunalımı kısmen
hasarsız atlatmayı başarmışlardı. Ancak 1920’ler sonrasında yaşanan gelişmeler,
kapitalist ülkeler arasında yakınlaşmaya yol açtı. Birinci dünya savaşında
Avrupa, büyük ölçüde ABD'ye muhtaçtı. Bu durum, uluslar arası ticaretin de
yaygınlaşmasına yol açmıştı. Dünya giderek tek piyasa haline geliyordu. -
Büyük buhranın ortaya koyduğu çarpıcı bir gerçek daha vardı.
İdeal serbest piyasa koşulları, sadece ideal koşullarda işliyordu. Bir sıkıntı doğmuştu ve hiç kimse olup bitenlere
inanamıyordu. Piyasalar bir bunalım koşullarının üstesinden gelecek esnekliğe
sahip değillerdi. Fabrikalar kapanır ve milyonlarla insan sokağa atılırken,
insanlar karınlarını bile doyuramamakta, yatağa aç girmekteydiler. Kendisine
hiçbir el uzatanın olmadığı kapitalist toplumlarda insanların hayatları heba
edilmekteydi. Kimse bundan sonra ne yapılması gerektiğini bilmiyordu.
Keynesçi Yeni Düzen
Kapitalizmin acımasız yüzü ile karşı karşıya kalan insanlar
hızla komünist ideallere yaklaşmaktaydı. Avrupa’da komünist fikirler hızla
yayılmakta, sistem kendini korumak için faşizme yönelmekte ve tüm Avrupa
ülkelerinde devlet tarafından beslenen faşist çeteler komünistlere
saldırmaktaydı.
Batıda böylesi felaketler yaşanırken, Sovyetler bunalımdan hiç etkilenmemişti.
Herkesin bir işe sahip olduğu bu ülkede hızla planlı ekonomik kalkınma yoluna
girilmekteydi ve her geçen gün her alanda yeni hamleler yapılmaktaydı. -
1932 yılında ABD’de F. Roosevelt başkan seçilir. Yeni başkan
Yeni Düzen doktrinini açıklar. Buna göre, ekonomide serbest piyasa dönemi
geride kalmıştır. Devlet öncü rol almalı, sistemi çöküşe götüren serbest
ekonomi uygulamasından vazgeçilmeli, işçi sınıfı korunmalı ve devlet sosyal
güvenlik sistemini üstlenerek halkın ihtiyaçlarını bizzat karşılamalıydı.
Batılı ülkelerde milyonlarca işçinin çorba dağıtımı
kuyruğuna doluştuğu veya açlık sınırında para ile çalıştırıldığı koşullar
altında, 1930’lu yıllarının sonlarına gelinmişti ve sermaye için işçilik
maliyetleri görülmedik düzeye düşmüştü. İşçi ücretlerinin dibe vurduğu noktadan
itibaren iş piyasasında toparlama belirtileri ortaya çıktı. Şimdi Sovyetler
Birliği’ne öykünen Keynes’çi anlayış doğrultusunda geliştirilmiş Yeni Düzen
yürürlüğe sokulmuştu. Devletin denetiminde ve özellikle yeniden canlandırılan
savaş sanayisi sayesinde piyasalarda bir toparlanma gözlendi.
Bu arada işçi işçi sınıfı da kendisine böylesi sefaleti
tattıran kapitalizmi yıkma kararlılığı ile harekete hazır beklemektedir. İkinci
dünya savaşı başladığında, hala daha Avrupa’da işsizlik yüzde 15
seviyelerindedir. Ne var ki, sefer Alman ve Japon faşizminin dünya çapındaki
yükselişinin kırılması zorunluluğu, dünya çapında devrimci yükselişin
ertelenmesine yol açmıştır.
Savaş, hızla silah üretimine başlayan fabrikalar sayesinde
işsizliğe bir anda son verir. Geri kalan işsizler ise orduya alınır. Bundan
sonra kapitalizmde artık serbest piyasa anlayışı geride kalır. Bu anlayış
günümüzde gemi azıya almış yeni liberalizm için de geçerlidir. Bundan sonra
piyasanın devlet denetimine sokulması ve çeşitli kamu programları çerçevesinde
işsizliğin kollanması esaslarını içeren yeni ekonomik doktrin Keynes’çilik
olarak anılır hale gelir.
Keynes, son buhranda görüldüğü gibi, devletin piyasada kamu
harcamaları aracılığı ile talep yaratmaması durumunda serbest piyasa
ekonomisinin her zaman aynı felakete yol açacak tehlikeleri barındırdığını
kanıtlamıştır. Keynes, aç insanın kabul etmeyeceği kadar düşük ücretin
olamayacağını söylemesi ile ünlüdür. Bu nedenle, piyasayı kontrol etmez ve bir
“güvenlik ağı” oluşturmazsa, yoksulluk ve sefaleti önlemek mümkün olmaz.
Keynes’e göre, piyasa kendi başına bir ekonomik büyümenin sağlanmasına yetecek
altyapıyı oluşturamaz. Bunu devletin üstlenmesi gerekir.
Keynes’in söylediklerine kulak verilmesi ve önerilerinin
uygulamaya sokulması sayesinde kapitalist sistem, büyük buhranı atlatmayı
başardı; ama Avrupa'da komünist ideallerin yerleşmesine, tüm işçilerin komünist
parti sempatizanı ve üyesi olmasına ve sendikalarda bir araya gelmesini engelleyemedi.
Belki bu süreç, günümüzde geri adım atmış görünüyor. Ama
komünistler bunu tersine çevirmek için yeterli çaba göstermiyor olsalar de,
günümüzde yaşananlar, tarihin onları görevlerini ihmal etmemeleri için
kapılarını bir kez daha çalacağını açıkça gösteriyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder